Yalan Söyleme Hastalığı
Mitomani ya da düşlemsel yalan söyleme (pseudologia fantastica) olarak da bilinen “yalan söyleme hastalığı”, zorlantılı bir biçimde ya da alışkanlık haline gelmiş, süreğen yalan söyleme tutumudur. Birilerinin duygularını incitmemek için ya da birilerini zor duruma düşürmemek için söylenen “beyaz yalan”lardan değişik olarak, hastalıklı yalan söyleyenlerin, ortada görünür bir nedenleri ya da görünür bir çıkarları yoktur.
Yalan söyleme hastalığı olanların anlattıkları öyküler genellikle çok çarpıcı, çok renkli, karmaşık ve ayrıntılıdır. Bu kişilerin söyledikleri yalanlar, bir baskı altında söyleniveren yalanlar değil, uzun bir süredir söylenegelen yalanlardır. Bu kişiler, anlattıklarıyla çok inandırıcı olabilirler. Genellikle kendilerini bir “kahraman” ya da bir “mağdur” (kendisine büyük haksızlık yapılmış bir kişi) olarak tanımlarlar. Anlattıklarıyla başkalarında büyük bir hayranlık, ilgi uyandırmaya ya da başkalarınca kabul görmeye ya da kendilerini acındırmaya çalışırlar. Kimi zaman, söyledikleri yalanlara kendileri de inanıyor gibidirler. Bu kişiler, genellikle, yaratıcı ve hızlı düşünen kişilerdir ve konuşma sırasında uzun süreli duraklama ya da göz iletişiminden kaçınma gibi, yalan söylemenin birtakım bulgularını genellikle göstermezler. Kendilerine bir soru yöneltildiğinde, konunun özüne inmeden ya da sorulan soruya doğrudan bir yanıt vermeden çok konuşabilirler.
Herkes zaman zaman yalan söyler. Yapılan çalışmalarda, günde, ortalama 1,65 kez yalan söylendiği bulunmuştur. Bu yalanların çoğu da “beyaz yalan”lardır. Bunlar, sıradan uydurmalardır, genelde zararsızdırlar, altlarında kötü bir niyet yoktur ve genelde, başkalarının duygularını incitmemek ve onları zor durumda bırakmamak için söylenirler. Sözgelimi, giyilen giysinin kendisini şişman göstermediğini söylemek, toplantıdan çıkmak için başının ağrıdığını belirtmek, işe neden geç geldiğini açıklarken bulunan özür genellikle beyaz birer yalandır.
Hastalıklı yalanlar, sık sık ve zorlantılı bir biçimde söylenen yalanlardır, bir çıkar sağlamak için söylenmezler ya da söylenmeleri için ortada görünür bir neden yoktur, sürekli söylenirler ve bu yalanları söyleyenler, yalan söylediklerinin anlaşılacağından korkmazlar ve bu yalanları söyledikleri için de bir suçluluk duymazlar. Yaşamadığı bir olayı yaşamış gibi anlatmak, göstermediği bir başarıyı göstermiş gibi sunmak, gerçekte olmayan, ölümcül bir hastalığının olduğunu ileri sürmek ya da başkalarını etkilemek için, ünlü biriyle yakın tanışıklığının olduğunu söylemek, bunun için verilebilecek örneklerdendir.
Yalan söyleme hastalığı olanları ayırt etmek her zaman öyle kolay olmaz. “Gerçek olamayacak denli iyi ya da sıra dışı” gibi görünen anlatımlar, genelde insanda kuşku uyandırırlar, ancak bunlar öyle kolay anlaşılamaz. Anlamak için birtakım ipuçları vardır. Genellikle, bu kişiler, kendilerinin “kahraman”ı olduğu birtakım yaşantılardan ve başarılardan söz ederler; anlattıkları başka birtakım öykülerde de, kendilerine acınması için, kendilerini “mağdur” olmuş gibi sunarlar. Anlattıkları öyküler çok kapsamlı ve ayrıntılıdır. Sorulan sorulara çok hızlı bir biçimde, özenle yanıt verirler, ancak verdikleri yanıtlar genellikle belirsizdir ve sorulan soruya karşılık olmaktan çok uzaktır. Ayrıntıları unutacakları için, aynı öyküyü daha sonra daha değişik bir biçimde anlatabilirler. Söyledikleri yalanla yüzleştirilecek olurlarsa, bunu yadsıma eğiliminde olurlar ve birden öfkelenirler, ardından nasıl böyle bir suçlama yapılabildiğini büyük bir şaşkınlıkla karşılıyor gibi görünürler.
İnsanların yalan söylediklerinin en önemli göstergeleri olarak, önemli birtakım ayrıntıları söylemekten kaçınmaları ve birtakım konularda belirsiz konuşmaları, kendilerine sorulan sorulara yanıt vermeden önce sorulan soruları yinelemeleri, bölük pörçük cümleler kurmaları, konunun üzerine gidilince özgül birtakım ayrıntıları veremiyor olmaları ve saçıyla oynama ya da parmaklarını dudaklarına bastırma gibi birtakım vücut dili belirtileri gösteriyor olmaları, ses tonlarının güvensiz olması gibi belirtiler sayılabilir.
Böyle bir yalancı ile karşılaşınca, bunu kişisel olarak almamak gerekir; çünkü bu tür yalanlar, çok büyük bir olasılıkla, altta yatan bir kişilik bozukluğunun, bir konuda duyulan yoğun bir kaygının ya da benlik saygısı düşüklüğünün bir dışavurumudur. Bu kişilere, başkalarını etkileme gereğinin olmadığı, kendilerine “oldukları gibi” değer vermeye hazır olunduğu söylenebilir. Bu kişilere, söyledikleriyle ilgili olarak birtakım sorular yöneltilecek olursa, belirli bir aşamada artık yalan söylemeyi bırakmak durumunda da kalabilirler.
Yalan söyleme hastalığı olanlara tanı konurken, ilk aşamada, bu kişilerin yalan söylediklerinin ayrımında olup olmadıklarını ya da söylediklere yalanlara kendilerinin de inanıp inanmadıklarını belirlemek gerekir. Önemli olan, bu kişilerin hangi içsel güdülerle böyle bir yola başvurduklarının anlaşılması ve bu konunun ele alınmasıdır. Çünkü, bu tür yalanlar, dışsal nedenlerden çok, içsel nedenlerle (kişinin kendisinden kaynaklanan nedenlerle) söylenen, bir gereksinmeyi karşılayan yalanlardır. Bunlar da, en iyi, psikoterapi sürecinde anlaşılır…