Kendi Kendini Doğru Çıkaran Öngörü
Kendi kendini doğru çıkaran öngörü (İngilizcesi “self-fulfilling prophecy”), kendisinin gerçek olmasını sağlayan, kendisinin doğru çıkmasına neden olan öngörüyü tanımlamak üzere kullanılan bir terimdir. Sözgelimi, bir kişinin, bir başkasına ilişkin beklentileri, o kişinin, söz konusu beklentileri karşılayacak bir biçimde davranmasına yol açabilir. Kişinin, bir beklentisi olduğu için, herhangi bir etkisi olmadığı bilinen bir ilaçtan ya da bir tedavi yönteminden yarar görmesi (“plasebo etkisi”), bunun için diğer bir örnektir.
Kendi kendini doğru çıkaran iki tür öngörü vardır. Bunlardan birincisi, kişinin, kendi beklentilerinin, kendi eylemlerini etkilediği zaman ortaya çıkan, kişinin kendisine ilişkin öngörülerdir. Diğeri, başkalarının beklentilerinin, bir diğer kişinin tutum ve davranışlarını etkilediği, başkalarının öngörüleridir. Kişinin değer verdiği bütün görüşler, onun davranışlarını etkileyebilir.
Bir de, Pigmalion etkisi diye tanımlanan, başkalarıyla ilgili, kendi kendini doğru çıkaran öngörü durumu vardır. Bu etki, bir kişiye karşı olan tutumumuzun, o kişinin nasıl davrandığını doğrudan etkilemesi anlamına gelir. Diğer bir kişi, bir olayın olacağını düşünürse, bilinçli ya da bilinçdışı olarak yaptıkları ya da yapmadıklarıyla o olayın olmasını sağlar.
Kendi kendini doğru çıkaran öngörü terimini, ilk kez, Robert K. Merton, 1948 yılında, “Bir durumun yanlış tanımlanmasının, başlangıçtaki yanlış algının gerçekleşmesine yol açacak davranışları ortaya çıkarması” olarak tanımlamıştır.
Diğer bir deyişle, gerçekliğin yanlış yorumlanması ya da yanlış bir öngörü, bu varsayımın bir gerçekliğe dönüşmesine yol açacak davranışlara neden olabilir. Daha yalın bir deyişle, yanlış bir gerçeklik algısı, geleceğe ilişkin öngörüler, korkular ve kaygılarla ilişkili ruhsal tepkilere bağlı olarak bir gerçekliğe dönüşebilir. Yaygın kullanılan bir Türk atasözü bunu demek istemektedir: “Sakınan göze çöp batar.”
Kendine ilişkin öngörüde, kişinin kendisine ilişkin beklentileri, kişinin eylemlerinin nedeni olur. Sözgelimi, kişi, toplum önünde konuşmaktan çok çekiniyor, konuşurken sesinin titreyeceğini ve iyi bir sunum yapamayacağını düşünüyor olabilir. Dolayısıyla, düşüncelerini toparlayamaz, kekelemeye başar, söyleyeceklerini unutur ve iyi bir sunum yapamaz. İyi bir sunum yapamayacağını öngördüğü için, iyi bir sunum yapamamış olur.
Başkasına ilişkin öngörüde, bir başkasına ilişkin beklentiler, o kişinin tutum ve davranışlarını etkiler. Sözgelimi, falcı, fal baktırmak üzere yanına gelen kişiye, yakın bir gelecekte işini bırakacağını söyler. O kişi de, kendisinden böyle bir beklentide bulunulduğu için, buna inanmaya başlar ve sonunda işinden olacak tutum ve davranışlar sergilemeye başlar.
Kendi kendini doğru çıkaran her iki tür öngörünün de temeli, dayanaksız ya da yanlış bir görüşün, kişinin, sanki bu görüş doğruymuş gibi davranmasını tetiklemesi, dolayısıyla öngörünün gerçekliğe dönüşmesine neden olmasıdır.
Pigmalion etkisi terimi, Yunan ozan Ovid’in, “Başkalaşma” (Metamorfoz) olarak adlandırdığı şiirden köken almıştır. Bu şiirde, Pigmalion, yarattığı bir yapıta, en sonunda aşık olan bir yontucudur (heykeltraştır). Pigmalion, hayranlık duyduğu, yarattığı bu yontuya (heykele) benzer bir eş getirmesi için tanrılara (Yunan tanrılarına) yalvarır. Öykü ilerledikçe, tanrıların, onun dileğini gerçekleştirdiği ve heykelin canlandığı görülür.
Yapılmış toplumsal bir deney üzerinden şöyle bir örnek verilebilir:
Yıllar önce, bir okulda, bir deney yapılması tasarlanmış. Okul yöneticisi, üç öğretmeni yanına çağırmış ve “Siz, üç öğretmen, okulun en iyi öğretmenleri olduğunuz ve konularında uzman kişiler olduğunuz için, size, üstün zekalı 90 öğrenci vereceğim” demiş. Sonra eklemiş, “Bu öğrencilerin, gelecek öğretim yılında nasıl bir gelişme göstereceklerini birlikte değerlendireceğiz.”
Her üç öğretmen, öğrenciler ve öğrencilerin anababaları da bunun çok iyi bir düşünce olduğunu söylemişler ve çok güzel bir öğretim yılı geçirmişler. Öğretim yılının sonunda, bu öğrencilerin, diğer öğrencilere göre, yüzde 20-30 oranlarında daha üstün bir başarı gösterdikleri saptanmış.
Yıl sonunda, okul yöneticisi, bu üç öğretmeni yanına çağırmış ve onlara şunu söylemiş: “Size bir açıklamada bulunacağım. Sizin öğrencileriniz, diğer öğrenciler arasında, en üstün zekalı olan 90 öğrenci değildi. Sıradan öğrencilerdi. Gelişigüzel 90 öğrenci seçtik ve size verdik.”
Öğretmenler, doğal olarak, kendilerinin olağanüstü öğretmenlik yeteneklerinin, çocukların başarısına katkısının olduğunu düşünmüşler.
“Size bir açıklamada daha bulunacağım” demiş okul yöneticisi. “Siz de okulun en iyi öğretmenleri değilsiniz. Sizin adlarınızı da gelişigüzel, adçekme yoluyla belirledik.”
Öyleyse nasıl olmuştu da bu öğrenciler ve öğretmenler, bütün bir yıl boyunca sıra dışı bir başarı göstermişlerdi. Yanıt, bu kişilerin tutumlarında yatıyordu.
Öğretmenler ve öğrenciler, kendilerine ve birbirlerine güvenmişlerdi, karşılıklı olarak olumlu bir beklenti tutumu göstermişlerdi. Başarılı olmuşlardı, çünkü başarılı olacaklarına inanmışlardı.
Kendi kendini doğru çıkaran öngörü, geribildirim döngüsü olarak da adlandırılabilen, bir tür nedensellik döngüsü biçiminde kendini gösterebilir. Bu, sistemin, iki ya da ikiden çok yanının birbirini etkilemesi olarak görülebilir. Soyut terimlerle söylenecek olursa, A olayı, B olayına; B olayı, C olayına; C olayı da D olayına yol açarken; D olayı yeniden A olayına yol açar ve bu döngü yinelenir. Bir kez, bir döngü başlayınca, bu döngünün dışına çıkmak, kendini bu durumdan çıkarmak ve birtakım eylemlerde bulunmaktan ve sonuçlarına katlanmaktan uzak durmak öyle kolay değildir. Öngörünün kendisi, birtakım eylemlerde bulunmak için ittirici bir güç olur, dolayısıyla kendini doğru çıkarır.
Bilişsel davranışçı terapilerin temeli olarak, düşüncelerimizin duygularımızı etkiliyor olması, duygularımızın da davranışlarımızı etkiliyor olması, ancak sonunda davranışlarımızın da düşüncelerimizi etkiliyor olması, böyle bir nedensellik döngüsü için çok iyi bir örnektir.
Sözgelimi, kişinin eylemsizliğini bir yana bırakarak (davranışçı etkinleştirme yöntemi) bir döngüyü kırması, depresyon tedavisi yolunda atılabilecek önemli bir adımdır. Depresyondaki çoğu kişinin, kendisine biçtiği değer ve yeterliğiyle ilgili olarak, gerçekçi olmayan, olumsuz birtakım düşünceleri vardır. Bu kişiler, genellikle “Hiçbir şeyi doğru yapamam!..” anlayışıyla ya da böyle bir yerleşik düşünceyle yola çıkarlar. Bu bakış açıları da, yetersiz ya da işe yarar olmayan birtakım eylemlerde bulunmalarına ya da hiçbir eylemde bulunmamalarına ve özbakımlarına özen göstermemelerine yol açar. Böyle işlevsiz düşünmeyi sürdürecek olurlarsa, eninde sonunda kendi ilk düşüncelerini haklı çıkaracak bir biçimde davranmış olurlar ve depresyondan bir türlü kurtulamazlar. Böyle bir düşünceye sahip olduğu için böyle davranma, böyle davranıyor olmanın da böyle bir düşünceyi haklı çıkarıyor olması döngüsü, böylece sürüp gider.
“Başarabileceğinize inanırsanız başarabilirsiniz, başaramayacağınıza inanırsanız haklı çıkarsınız…”