Dogmacı Düşünme
Dogmacılık (kesin inançlılık, dogmatizm), öne sürülen görüş ve düşünceleri, ilkeleri, bir öğretiyi, eleştirinin süzgecinden geçirmeden, kesin doğru olarak kabul edip benimseme yaklaşımıdır. Doğruluğu, deneyden geçirilmeden, sınanmadan kabul edilen, olduğu gibi benimsenen ve bir öğretinin dayanağı yapılan savdır. Kendi görüşlerini bir gerçeklikmiş gibi sunma biçimidir. İnsanlar, dogmacı düşünceler taşıyınca, başka türlü düşünmeye, seçenek görüşlere ve seçenek bakış açılarına kendilerini kapatırlar. Oysa insanlar, kendi görüşlerine aykırı gerçeklikleri görmezden gelmeye kalkıştıkları zaman ve kendi görüşleriyle ters düşen bakış açılarına katlanamadıkları zaman, aslında, her açıdan zor durumda kalırlar. Ancak, genellikle kendileri bunun ayrımında değildirler.
Dogmacı düşünme, katı düşünmeyi de birlikte getirir (“sabit fikirlilik” diye de anılır). Kişinin düşüncelerinde katı olması da işlevsel olmayan duygusal ve davranışsal sonuçlar doğurur. Dogmacı düşünceleri olan ve seçenek açıklamalara izin vermeyen kişiler, kendi beklentileriyle gerçeklikler arasında çelişkiler olduğu zaman büyük bir öfke duyarlar. “Nasıl olur da böyle olur?..” yaklaşımı içinde olurlar. Oysa bu sorunun yanıtı çok yalındır: “Öyle olduğu için öyle oluyordur, çünkü öyledir…” Öyle olması bir gerçekliktir.
Daha sağlıklı düşünme biçimi, katı değil, esnek düşünmektir. Kendi doğrumuzun “en doğru” olmayabileceğini kabul etmektir. Hepimizin birtakım görüşleri vardır, ancak sahip olduğumuz bu görüşleri dogmacı dayatmalara dönüştürdüğümüz zaman (-meli, -malı’larla düşünmeye başladığımız zaman) kendimizi zora sokarız. Sözgelimi, kendi ilişkisinde, yalnızca öyle olmasını istediği için öyle olması gerektiği dayatmasında bulunan bir kişiye “Haklı mı olmak istiyorsun, yoksa mutlu mu?..” diye sormak gerekir. Herkesin birtakım istekleri vardır ve bu son derece doğaldır; ancak bunlar dayatmalara (“Ben, her ne istiyorsam, o olmalı!.. [ya da öyle olmalı!..]”) dönüştürüldüğü zaman mutlu olmak pek olanaklı değildir.
Dogmacı düşünen insanların birtakım kişilik özellikleri vardır. Bu kişiler, genellikle, çelişkileri ve tutarsızlıkları en aza indirme çabası içindedirler. “Tek bir doğru” olması gerektiği dayatması içindedirler. Aykırı, birbiriyle uyuşmaz, birbiriyle bağdaşmaz, çelişkili görüş ve düşünceler üzerinde düşünmekten kaçarlar. Dolayısıyla görüş ve düşüncelerini değiştiremezler. Bu kişiler, genellikle belirsizliğe katlanamazlar. Her bir durum için getirilebilecek her tür açıklama, hiç tartışmasız, kesin ve keskin olmalıdır, olasılıklara yer yoktur. Buradan olmak üzere, ancak tek bir dünya görüşünün ya da inancın doğru olabileceğini varsayarlar, böyle bir önyargı içindedirler. Olası diğer açıklamaların da doğru olabileceğini düşünmek bile istemezler. Düşüncelerinde son derece katıdırlar. Kendi görüş ve düşüncelerine ters düşen bilgileri ve kanıtları görmezden gelmeye çalışırlar, bunları önemsiz bulurlar. “En doğrusu”nu düşündüklerinden emindirler, dolayısıyla başka bir bilgiye gereksinmediklerini düşünürler. Kendi düşüncelerine yakın, “tek bir doğru olduğunu ve bu doğrunun kendi doğruları olduğu”nu savunan toplumsal önderlere büyük bir hayranlık duyarlar. Ayrıca, herkesin benzer görüşte olduğu gruplara katılmayı yeğlerler. Bu kişilerin diğer bir özellikleri de bölümlemedir. Birbiriyle çelişen düşünceleri birbirlerinden ayrı tutarlar ve tutarsızlıkların hiç ayrımında değilmiş gibi bir yaklaşım sergilerler. Bu kişilerin kendileriyle ilgili içgörüleri de son derece düşüktür. Kendi eksikliklerinin ve kısıtlılıklarının hiç ayrımında değildirler. Yaşadıkları sorunların, yaptıkları yanlışların ya da pişmanlıklarının su yüzüne çıkmasından hiç hoşlanmazlar. Onca olumsuz sonuçlarına karşın, sahip oldukları düşüncelerini, sürdüregeldikleri yaşamlarını değiştirmek istemezler. Bakış açılarını, tutum ve davranışlarını, kısaca kendilerini değiştirmeye genellikle kapalıdırlar. Dolayısıyla yeni bir bakış açısı kazandıracak, bilişsel davranışçı psikoterapi yaklaşımlarından kaçarlar.
Duygular bağlamında bakıldığında, bu kişilerin taşıdıkları düşüncelerin tartışmaya açılması onlarda büyük bir kaygı ve korku yaratır. Düşüncelerinin sorgulanabileceği ortamlardan uzak durmaya çalışırlar. Görüşleri tartışmaya açılınca da, yaşadıkları kaygı ya da korkuyu gizlemek için savunucu, saldırgan ve düşmancıl tutumlar sergilerler. Öte yandan, yaşamı sıklıkla anlamsız bulurlar ve bir varoluş kaygısı ya da umutsuzluk yaşarlar. Seçtikleri eylemlerin dünyayı ya da kendi dünyalarını biçimlendirebileceğini düşünmedikleri için yazgıcı (kaderci) bir bakış açıları vardır.
Bu kişiler, davranışsal bağlamda da birtakım özellikler sergilerler. Konum ve güç takıntısı içindedirler, kendilerini ait hissettikleri gruba ilişkin önyargıları vardır, yetkeci bir saldırganlık tutumlarının (“Değil mi ki güç bende, her ne istersem yapabilirim!..”) yanı sıra yetkeci bir baş eğicilik tutumu içindedirler. Alt-üst ilişkilerini çok önemserler ve üst konumdakilere büyük bir saygı gösterilmesi gerektiğini, onların her şeyi hak ettiğini düşünürler. Onlar için önderleri, sorgulanacak kişiler değil, hiç sorgusuz ardına düşülecek kişilerdir. Önderlerine özel birtakım ayrıcalıklar tanınması gerektiğini düşünürler. Ait olduklarını hissettikleri grubu, diğerlerinden daha üstün görme eğilimindedirler. Onlara göre, kendi inançları ne denli doğruysa, başkalarınınki de o denli yanlıştır. Dolayısıyla toplumu kutuplaştırırlar.
Özetle, dogmacı kişilik özellikleri olan kişiler, büyük bir kolaycılık içinde, çok ilkel ve katı düşünen, eleştirel ve sorgulayıcı düşünmekten çok uzak bir biçimde, düşüncelerini ve tutumlarını değiştirmeye büyük bir direnç gösteren ve kendi görüşlerinin doğruluğunu haklı çıkarmak için üstlerine ya da önderlerine koşulsuz boyun eğme eğilimi gösteren kişilerdir.
İnsanın mutlu olmasının önündeki en büyük engel dogmacılıktır. Bilmezlik ve bilgisizlik (cehalet) arttıkça dogmacılık da artacaktır. Eğitimin amacı, sorgusuz bilgi yüklemek değil, düşünmeyi öğretmek olmalıdır.