Peter Pan Sendromu
Peter Pan sendromu, kişinin, kişilerarası ilişkilerinde, işiyle olan ilişkisinde ve sorumluluk almasıyla ilgili genel tutumunda yeterince büyümediğini ve olgunlaşmadığını gösteren bir sendromdur.
Bu kişiler, ilişkiler bağlamında,
- Yapılacak etkinlikleri, birlikte oldukları kişinin belirlemesini; alınacak büyük kararları, birlikte oldukları kişinin almasını isterler.
- Ev işlerini savsaklarlar. Bulaşıklar, günlerdir, yıkanmadan, lavaboda birikmiş olarak kalabilir. Giyecek giysileri kalmayana dek, çamaşır sepetindeki giysilerini yıkamak akıllarına bile gelmeyebilir. Eve ısmarladıkları yiyeceklerin kutularını bile çöpe atmaktan erinebilirler.
- “Gün’ü yaşamayı” yeğlerler ve uzun süreli tasarılar yapma konusunda pek istekli değildirler.
- Hiç akıllıca olmayan bir biçimde para harcarlar ve kişisel bütçelerini ayarlamakla ilgili büyük güçlükler yaşarlar.
- Yaşadıkları ilişkinin adını koymak ya da nasıl ilerlediğini tanımlamak gibi konularda duygusal bir varlık olarak kendilerini gösteremezler.
- İlişkileriyle ilgili sorunları, çözüm odaklı bir biçimde, işlevsel birtakım yollarla çözme arayışında olmazlar.
- Arkadaşları da, genellikle kendileri gibi, hiç büyümemiş diğer “çocuklar”dır.
- İşle ilgili konularda,
- Bir çaba göstermedikleri, üzerlerine düşen işleri yapmadıkları, ağır ve yavaş oldukları ya da işe düzenli gitmedikleri için sık sık işlerinden olurlar.
- Sıkılmaktan, zora gelememekten ya da baskı altında kalmaktan ötürü işlerini sık sık bıraktıkları olur.
- Yeni bir iş bulma konusunda gerçek bir çaba göstermezler.
- Daha çok yarı zamanlı işleri severler ve işlerinde yükselmeye karşı genelde bir ilgileri yoktur.
- Özel bir alanda kendilerini geliştirmek ve yeni birtakım beceriler kazanmak yerine, iş dünyasında, bir alandan başka bir alana savrulup dururlar.
- Büyük bir çaba göstermeden, çok iyi yerlere gelebilecekleri beklentisi içinde olurlar.
- Genel tutumları, duygusal durumları ve davranışsal belirtileri ile ilgili olarak,
- Genellikle, güvenilir oldukları söylenemez. Onlara en gereksindiğiniz zamanlarda, sizi yalnız bırakırlar, çünkü siz onlar için önemli değilsinizdir. Önemli olan onların ne istedikleridir. Son derece bencildirler. Sözlerini pek tutmazlar.
- Başkalarının gereksinmelerini gözardı ederler, onların hep kendi öncelikleri vardır ve bunlar öncelenmelidir.
- Eleştirilmekten ya da bir çatışmaya girmekten çekinirler. En ufak bir çatışmada, “başını alıp gitme”, kendilerini odaya kapatma eğiliminde olurlar. Zorlandıklarında duygusal patlamalar gösterirler.
- İşler yolunda gitmeyince, birtakım özürler bulma ve başkalarını suçlama eğiliminde olurlar.
- Kendilerini geliştirmekle pek ilgili değildirler.
- Kendilerine bakılması gerektiği beklentisi içindedirler.
- Somut birtakım tasarılar yapmaktansa, kendilerine sürekli yeni bir seçenek sunulmasını beklerler.
- Yaşadıkları istenmedik duygulardan ya da ağır birtakım sorumluluklardan kaçmak için alkol ya da madde kullanma eğilimi gösterdikleri olur.
İlk kez, 1983 yılında, Psikolog Dan Kiley’in, “Peter Pan Syndrome: Men Who Have Never Grown Up” (“Peter Pan Sendromu: Hiç Büyümeyen Erkekler”) adlı kitabında tanımlanan bu sendrom, daha çok erkeklerde görülen ve 30’lu yaşlardan sonra kendini gösteren bir durumdur. Bu kişilerin, genelde, ileri derecede koruyucu ve kollayıcı, hoşgörülü anababaların olduğu aile ortamlarında büyüdükleri saptanmıştır. Çok hoşgörülü anababalar, çocuklarının davranışlarını pek bir sınır koymazlar. Böyle anababaların çocukları da, yaşları ilerleyince, her ne yapmak istiyorlarsa, bunu yapabileceklerini düşünürler. Bu kişiler, çocukluklarında, yaptıkları yanlışlardan ötürü genelde olumsuz bir geribildirim almamış, dolayısıyla yaptıkları olumsuzluklardan ders çıkarmamış olan kişilerdir. Erken erişkinlik yıllarında, para kazanmak için kendi başına bir varlık olarak çalışma gereği duymamış olan bir kişi, daha sonra da neden çalışması gerektiğini hiçbir zaman kavrayamaz. Öte yandan, aşırı koruyucu ve kollayıcı anababalar, erişkin yaşamının çok korkutucu ve güçlüklerle dolu olduğu izlenimi yaratarak, çocuklarının büyümesine izin vermezler ve bir çocuk gibi kalmalarına neden olurlar.
Diğer yandan, bu kişiler, yaşamı daha “olduğunca”, akışına göre yaşıyor olabilirler ve başkalarının da, yaşamın “küçük zevkler”ini tatmalarını isterler. Sevimli ve çok tatlı insanlar olabilirler. Sorumluluklarını yerine getirmiyor olsalar da, onlarla birlikte zaman geçirmek eğlenceli bile olabilir.
İşin kötü yanı, böyle bir sendromu olan kişiler, kendilerinin ayrımında değildirler. Yargılayıcı olmayan bir terapi yaklaşımıyla, bu kişilerin, yaşam örüntülerini kendilerinin daha iyi anlamaları, içgörü kazanmaları ve kendilerine dışarıdan bakmaları sağlanmaya çalışılır. Ayrıca, genel tutumlarının, kurdukları ilişkiler ve yaşamda gösterdikleri başarı üzerinde nasıl bir etki gösterdiğini görmeleri sağlanmaya çalışılır.