Depresyon ve Kaygı Bozuklukları
Depresyon ve kaygı bozuklukları, çoğu zaman, kol kola giden bozukluklardır. Bu bozukluklardan birini yaşayanlar, çoğu zaman, bir başka aşamada, diğerini de yaşarlar. Depresyon tanısı konan kişilerin yaklaşık yarısında bir kaygı bozukluğu da saptanır. Çökkünlük kaygıya yol açabileceği gibi, kaygı da çökkünlüğe yol açabilir.
Yoğun bir kaygı içinde olma, korku duyma, belirsizlik ya da bilinmezlik içinde olma, insanlardan uzak yaşama gibi etkenler, zaman içinde, kişinin depresyona girmesine yol açabilirler. Bir kaygı bozukluğunun olması, kişinin depresyona girebileceğinin önemli bir göstergesidir.
Depresyonla kaygı bozukluğunun bir arada gittiği durumlarda, öncelikle depresyonun ele alınması ve tedavi edilmesi doğru olur. Depresyon belirtilerinde azalma, çoğu zaman, yaşanan kaygının yoğunluğunda da bir azalmaya yol açar, çünkü depresyon belirtileri sürdükçe kaygı körüklenir. Ayrıca, depresyon tedavisinde kullanılan ilaçlar, kaygının azalmasına da yardımcı olurlar.
Depresyonda olunduğunun başlıca belirtileri şunlardır:
- Son birkaç haftadır, neredeyse her gün, gün boyu süren,
- • Hiç tadının olmaması ve yaptıklarından zevk almama,
- • Yaşam sevinci duymama, yoğun bir mutsuzluk duygusu yaşama ve çökkün olma,
- • Canının hiçbir şey yapmak istememesi,
- Yapacağı işlerin gözünde büyüyor olması, yapması gerekenlerin altından kalkamayacakmış gibi gelmesi,
- Yaşamda olup bitenlerin anlamsız gelmeye başlaması, her şeyin boş gelmesi, yaşamla olan bağlarını koparma, yaşama bağlayan pek bir şeyin kalmamış olması,
- Büyük bir aldırmazlık içinde olma, genel bir umursamazlık,
- İçinin daralması, genel bir gerginlik içinde olma,
- Çok sinirli olma, kolay kızma, her an parlayıverecek gibi olma,
- Olaylar karşısında gözlerinin kolaylıkla doluyor olması, ağlamaklılık,
- İçsel gücünün azalması, kolunu kaldıracak gücü kendinde bulamama, “dünya yıkılmış da altında kalmış” gibi hissetme, kendini sürekli olarak yorgun ve bitkin olarak hissetme,
- Davranışlarında genel bir yavaşlama olması ya da tam tersine aşırı bir kışkırmışlık ve yerinde duramama durumu,
- Kendi kendini suçlayıp duruyor olma, geçmişte yaptıklarından ötürü kendini kınıyor olma,
- Kendine güveninin kalmaması, hiçbir şeyi başaramayacakmış gibi gelmesi, kendini değersiz hissetme,
- Yaptığı işe kendini verememe, odaklanamama, unutkanlık, düşüncelerini toparlayamama, açık seçik düşünememe, kararsızlık,
- Zamanın bir türlü geçmek bilmiyor olması,
- Kendine özen göstermemeye başlama, özbakımını savsaklama,
- Sevdiklerine yabancılaşma, içinden bir konuşma isteği gelmemesi, kimseyle konuşmak ya da görüşmek istememe,
- Uyku sorunları yaşamaya başlama, sabah dinlenmiş olarak kalkmama,
- Yemek yeme isteğinin azalması ya da artması, yediklerinden bir tat alamama, aşırı kilo verme ya da aşırı kilo alma,
- Cinsel ilgi ve istekte azalma olması, cinsel işlev bozukluklarının ortaya çıkması,
- Baş ağrısı, kas ağrıları ve sızıları, göğüs ağrısı, sırt ağrısı, karın ağrısı ve sindirim sorunları gibi bedensel birtakım belirtilerin ortaya çıkması,
- Birden, aşırı ölçülerde alkol almaya başlama,
- İçinin yanıyor olması, ruhsal acı çekme,
- Geleceğini tasarlayamama, kendinde bir gelecek görememe,
- Genel bir umutsuzluk ve karamsarlık içinde olma, hiçbir şeyin daha iyiye gitmeyeceğini düşünmeye başlama, kendisi için artık yapacak pek bir şeyin kalmadığını düşünme,
- Başkalarına yük olduğunu düşünme,
- “Yaşamaya değmez” olduğunu düşünme, ölse daha iyi olur diye düşünmeye başlama, “ölsem de kurtulsam” demeye başlama…
Depresyon tanısı konabilmesi için bütün bu belirtilerin bir arada olması gerekmez. Hiç tadının olmaması ve yaptıklarından zevk almama belirtisinin ya da yaşam sevinci duymama, yoğun bir mutsuzluk yaşama ve çökkün olma belirti kümesinin olmasının yanı sıra diğer belirtilerden birkaçının daha olması kişinin depresyonda olduğunu gösterir.
Depresyonun tedavisinde “uygun” antidepresan ilaçların kullanılması çok yararlı olmakla birlikte bilişsel davranışçı terapi yaklaşımlarıyla da kişinin kendisine, başkalarına ve dünyaya bakış açısı değiştirilmeye çalışılır. Dünya, bizim istediğimiz biçimde, olması gerektiği gibi değil, olduğu gibidir. Önce, bu gerçeklikle barışmamız gerekir. “Böyle olmamalıydı” diye anlamsız bir dayatmada bulunmak yerine, “Değil mi ki böyle oldu…” diye düşünmeye başlamamız ve başımıza gelenlerle baş etmeye çalışmamız gerekir. Olanların, olabileceğin en kötüsü olmadığını bilmemiz, başa gelenleri korkunçlaştırmamamız ve bunların altından kalkılamaz ya da katlanılamaz olduğunu düşünmememiz gerekir. Buradan olmak üzere, işlevsel düşünerek, yapılması gerekenleri yapmamız, alınması gereken önlemleri almamız gerekir. Çoğu zaman, “Ne olduğu değil, ne olduğuna nasıl tepki gösterdiğimiz” daha büyük önem taşır.
Ayrıca, sahip olduklarımızın değerini bilmeli, sağlığımıza, varlığımıza, sevdiklerimize ve bizi sevenlere özel göstermeliyiz. Sorunlar geçicidir, ancak sorunlar karşısında aldığımız kararlar ve takındığımız tutumlar kalıcı birtakım sonuçlar doğurabilir…