Aidiyet
Bütün kültürlerde ve altkültürlerde, insanlığın ortak özelliklerinden biri “aidiyet” ve başkalarınca kabul görme gereksinmesidir. İnsanların, aileleriyle, ortak yönleri olan arkadaşlarıyla, benzer eğlence uğraşı (hobisi) olan kişilerle, aynı takımı tutanlarla, aynı dinsel inancı taşıyanlarla ve benzer siyasal görüşü olanlarla bir arada olmak istemelerinin, birlikte zaman geçirmelerinin başlıca nedenlerinden biri budur.
Ünlü psikolog Abraham Maslow’a göre, insanın “kendini gerçekleştirme”si için gerekli olan beş temel gereksinmeden biri aidiyet gereksinmesidir. Beslenme ve uyku uyuma gibi fizyolojimizle ilgili gereksinmelerimizden ve güvenlik gereksinmemizden hemen sonra gelen gereksinmemiz budur.
Aidiyet duymanın birtakım ruhsal ödülleri vardır:
- Gereksinilmek yaşama anlam katar: Belirli bir gruba ait olunca gereksiniliyor olmak, yaşama daha çok anlam katar ve kişinin yaşama isteğini artırır. Aidiyet gibi dış etkenlerden bağımsız olarak, kişinin yaşamak için güçlü kişisel nedenlerinin, içsel bir anlamının olması en iyisidir, yoksa yaşama bağlanma bağlamında çok kırılgan olabilir; ancak birçok insan için, ancak yüksek aidiyet önemli bir yaşam nedeni olur.
- Bir gruba ait olmak, kişinin benlik saygısını artırır: Özellikle ait olunduğu hissedilen grup birtakım başarılar gösterirse, kişinin benlik saygısı da bununla birlikte artar (kişinin tuttuğu takım bir gol attığında, “Nasıl gol attık!..” demek gibi…). Kişi, ait olduğunu hissederse, bu durum, sevildiği ve istendiği duygularını da birlikte getirir, dolayısıyla kişi kendisini daha değerli hisseder. Daha iyisi, kişinin yüksek bir aidiyet duygusu taşımadan, kendini, bir koşula bağlamadan, içten içe değerli hissetmesidir. Bu da, büyük ölçüde, kendine güven ve kendini koşulsuz kabul ederek kendini sevme ile sağlanabilecek bir durumdur, ancak çoğu insanın bunu başarabildiği pek söylenemez.
- Ait olunan grup bir kimlik algısı yaratır: Daha doğrusu, kimlik algısının, dış etkenlerden değil, kişinin kendi içinden gelmesidir; ancak çoğu kişi, ait olduğu grupla birlikte bir kimlik bulur. Ait olduğu grup ona bir kimlik verir. “Sen kimsin?” diye sorulacak olursa, çoğu kişi, kendisini, işi, dini, etnik kökeni gibi aidiyetleriyle tanımlar. Ancak kişinin gerçek kimliği bunların hiçbiri değildir. Kişinin gerçek kimliği, çok kendine özgü ve ancak kendi içinde bulabileceği bir tanımdır. Kişinin, biricik ve eşsiz olduğu gerçeği, en büyük gerçekliktir.
- Bir gruba ait olmak, destek gördüğü duygusu verir ve bir güç sağlar: En iyisi, gücü başkalarından değil, kendinden almaktır; ancak insanlar kendilerini, kendi başlarına güçlü hissedene dek ya da güçlenene dek, belirli değerleri savunan bir gruba ya da gruplara ait olarak ve bunlara büyük bir sevgi besleyerek ayakta durabildiklerini düşünürler. Bundan güç alırlar.
- Bir gruba ait olmak, kişinin yaşamını yönlendirir: İnsanlar, yaşamda ne yapmak istediklerini bilemedikleri, nasıl bir yönde ilerlemelerinin daha doğru olduğunu kestiremedikleri zaman, ait oldukları grubun diğer üyeleriyle bir toplumsal karşılaştırma yaparak, kimi zaman da onlarla bir özdeşim kurarak kendilerine bir yön çizerler.
- Benzer değerler taşıyan gruplar, kişinin kendisini daha kolay ifade etmesini sağlarlar: Kişinin kendini özgürce ifade edebiliyor, dışa vurabiliyor olması ruh sağlığı için bir gerekliliktir. Bununla birlikte çoğu insan, ancak yüksek aidiyet gösterdiği grupların sağladığı ortamlarda kendilerini ifade edebilme yürekliliği gösterebilirler. Başka ortamlarda kendilerini büyük bir baskı altında hissederler.
- Bir gruba ait olmak, dış dünyaya bir anlam katar: İnsanların dış dünyayı nasıl tanımladıkları, gerçekte kendilerinin bir dışavurumudur. Yüksek bir aidiyet üzerinden, dünya ile ilgili (olumlu ya da olumsuz) basmakalıp birtakım düşüncelere sahip olmak, insanların dünyayı algılamalarını kolaylaştırır. Benzer aidiyetleri olanlar, böyle bir kolaycılık içinde, dünya ile ilgili benzer çıkarımlar yaparlar.
Bir toplumda, bir kesim insanın, giderek yoksullaşmasına ve nitelikli yaşam ölçülerini giderek düşürmek durumunda kalmasına karşın, siyasal tercihini değiştirmiyor olmasının altında yatan önemli nedenlerden biri, yüksek aidiyet duygusunun olması ve böyle bir aidiyet duygusu bağlamında bir kimlik buluyor olmasıdır. Özdeşim kurarak yarattığı bu kimliğinden de bir türlü vazgeçemiyor olmasıdır. Çünkü, onun için, yarattığı bu kimlik algısından vazgeçmek demek, kendinden vazgeçmek demektir. Belki de, Maslow, günümüzde yaşasaydı, kendini gerçekleştirme aşama sırasını bu bağlamda değiştirir ve aidiyeti, aç kalmama gibi temel bir insan fizyolojik gereksinmesinin önüne bile çekerdi…