Akış Etkinliği
İnsanlar, ister iş başında, isterse boş zamanlarında olsunlar, “akış”ta oldukları zamanki yaşantılarının, olmadıkları zamanki yaşantılarından çok daha olumlu olduğunu bildirmişlerdir. Zorluklar ve gösterdikleri beceriler yüksek bir düzeyde olduğunda, kendilerini daha etkin hissetmişler ve daha mutlu olmuşlardır, dolayısıyla daha iyi yoğunlaşabilmişler ve kendilerini daha yaratıcı ve doyumlu olarak hissetmişlerdir. Buradan çelişkili bir sonuca ulaşılmaktadır: İnsanlar çalışırken zorlandıklarını ve becerilerini işe koşmak zorunda kaldıklarını hissetmektedirler ve bu nedenle daha yaratıcı, doyumlu ve mutlu olmaktadırlar. Boş zamanlarında ise genellikle yapacak bir şey bulamadıklarını ve becerilerini kullanmak durumunda kalmadıklarını hissetmekte, dolayısıyla daha çökkün olmakta ve doyumsuz kalmaktadırlar. Ancak insanlar, yine de, daha az çalışmak ve daha çok boş zaman geçirmek isterler. Becerilerin kullanımı sonucu ulaşılan “akış yaşantısı” insanı geliştirir, oysa edilgen bir eğlence insanı hiçbir yere götürmez. İş de, boş zaman etkinlikleri de, denetimimiz altında olmadığı sürece bizde düş kırıklığı yaratır. İşlerinden zevk almayı öğrenen, “boş” zamanlarını boşa harcamayan insanlar, yaşamlarının daha değerli olduğunu hissederler. Seyrek olarak canı sıkılan, yaşadığı anın tadını çıkarmak için, sürekli olarak, olumlu dış etkenlere gereksinim duymayan bir insan, yaratıcı bir yaşama ulaşmış demektir.
Biyolojik ve toplumsal hedeflerimizin karşılanmadığı zamanlarda, yeni hedefler oluşturmamız ve kendimize yeni bir “akış etkinliği” yaratmamız gerekir, yoksa içsel gücümüz kendi iç kargaşamız içinde yiter gider.
Yaşamdan zevk alan biri ile yaşamın yükü altında ezildiğini hisseden biri arasındaki ayrım, dış etkenler denli, bu kişilerin dış etkenleri yorumlayışındaki farklılıklardan kaynaklanır. Karşılaştıkları zorlukları göz korkutucu bir durum olarak mı, yoksa bir eylem fırsatı olarak mı gördüklerinde yatar.
Çoğu insana göre, doğrudan biyolojik gereksinmelerimiz ya da toplumsal alışkanlıklar hedeflerimizi belirler; bu kişilere göre hedeflerin kaynağı benliğin dışındadır. Amaçlarını kendileri belirleyebilen insanların koydukları hedefler, bilinçlerinde değerlendirdikleri yaşantılarından ve kendi benliklerinin içinden çıkar. Amaçlarını kendileri belirleyebilen bu insanlar, karmaşa yaratması olası yaşantıları bir “akış”a dönüştürürler. Bunu yapabilmenin dört kuralından söz edilmiştir: Birincisi, kişinin, akış yaşantısını yaşamak için uğrunda çaba harcamaya değer bulacağı açık hedeflerinin olmasıdır, burada kişi, ulaşmaya çalıştığı hedefi kendisinin seçtiğini bilmektedir; ikincisi, bir eylem dizgesi seçtikten sonra, yaptığı işe kendisini derinlemesine vermektir; üçüncüsü, olan bitene odaklanmaktır, yoğunlaşmak için katılım gerekir ve katılım da ancak olan bitenden doğru sonuç çıkarmak üzere odaklanmayı gerektirir; dördüncüsü ise anlık yaşantılardan zevk almayı öğrenmeyi gerektirir. Hedef koymayı, beceri geliştirmeyi, geribildirime duyarlı olmayı, yoğunlaşmayı ve katılımı öğrenmenin sonucunda, koşullar istendik olmadığında bile yaşamdan zevk almak olanaklı olabilir.
Ancak tüm varoluşu bir akış yaşantısına dönüştürmek için, bilincin yalnızca anlık durumlarını denetlemeyi öğrenmek yeterli değildir. Günlük yaşamdaki olayların anlam kazanması için hedeflerin genel bir bağlamı da olmalıdır. Bir insan, bir akış etkinliğinden diğerine, aralarında bir bağlantı kurmadan geçerse, sonunda geriye dönüp baktığında, olup bitenlerde bir anlam bulamayabilir. Dolayısıyla yaşamın bütününü, birleşik amaçlarla tek bir akış etkinliğine dönüştürmek gerekir. Mutluluk budur!..