Anı Yaşamak
İşimizin başındayken tatil yapmayı düşleriz, tatildeyken de işyerindeki masamızda biriken işleri düşünürüz. Ya anılarımıza dalar gider ve geçmişi yaşarız ya da gelecekte olabilecekler ya da olmayabilecekler için kaygılanırız. Genellikle yaşadığımız anın değerini pek bilmeyiz; çünkü Budistlerin adlandırdığı gibi, “maymun zihinimiz, maymunların bir ağaçtan diğer bir ağaca atlayıp durmaları gibi, bir düşünceden bir diğerine geçer durur. Genellikle düşüncelerimiz bizi denetim altında tutar.
Jon Kabat-Zinn, “Sıradan düşüncelerimiz, sağır edici bir çağlayan gibi, zihnimizden akıp giderler” diye yazmıştır. Ona göre, zihnimizi ve yaşamımızı daha çok denetim altında tutabildiğimiz duygusunu kazanabilmek için, bir an için durmamız ve yalnızca var olmamız, yaşadığımız durgunluğun içinde bir durup dinlenmemiz gerekir. Anı daha çok yaşamalıyız. Anı yaşamak (mindfulness) demek, “şimdi, burada” ya, etkin ve açık bir biçimde, isteyerek odaklanmak demektir. Ana odaklanınca, yalnızca düşüncelerden oluşmadığınızı anlarsınız; düşüncelerinizi yargılamadan, anbean onların bir gözlemcisi olursunuz. Ana odaklanmak, ne onlara sıkı sıkıya tutunarak, ne de onlardan kurtulmaya çalışarak, düşüncelerinizle, oldukları gibi birlikte olmayı kapsar. Böylece, yaşamın, yaşanmadan akıp gitmesine izin vermeden, yaşantılarınızın ayrımına varırsınız. Anı yargılamadan ayrımına varmanın birçok yararı olur. Ana odaklanmak gerginliği azaltır, bağışıklığı güçlendirir, süreğen ağrıları azaltır, kan basıncını düşürür ve kalp hastalıklarının ortaya çıkma olasılığını azaltır. Ana odaklanabilen insanlar, daha mutludurlar, daha coşkuludurlar, başkalarıyla daha çok eş duyum yapabilirler ve kendilerini daha güvende hissederler. Benlik saygıları daha yüksektir ve kendi güçsüz yanlarını daha kabullenicidirler. “Şimdi ve burada”nın ayrımına varmak, birtakım ruhsal durumların altında yatan tepkiselliği ve dürtüselliği de azaltır. Ana odaklanabilen insanlar, kendilerine iletilen olumsuz geribildirimleri de duyabilirler.
Sevgilileriyle daha az çatışırlar, kendilerini daha az savunucu ve daha çok uyum sağlayıcıdırlar. Sonuç olarak, ana odaklanabilen çiftlerin ilişkileri daha doyurucudur. Ana odaklanma (Mindfulness) kitabının yazarı, Harvard’lı psikolog Ellen Langer, “Herkes, anda yaşamanın önemli olduğu görüşünde birleşmektedir, ancak sorun bunun nasıl yapılabileceği” demiştir. “İnsanlar, anda olmadıklarında, orada olmadıklarını biliyor değillerdir” diye belirtmiştir. Langer, odağının dağılmasının önüne geçmek ve an’da kalabilmek için özel bir çaba gerektiğini söyler.An’ı yaşamanın içinde de bir aykırılık vardır. Bir yarar sağlamak için böyle bir çaba gösterilemez; çünkü bir kazanımı olacağı beklentisi içine girmek, gelecek yönelimli bir anlayıştır, dolayısıyla bütün bir işlemi altüst eder. Bu yüzden, yalnızca sonuçta ödüllendirileceğine güvenerek yola çıkmak gerekir. Ana odaklanmanın birçok yolu vardır ve bunların her birinin özünde de bir aykırılık vardır.
Çift anlamlı olarak, istediğinizi elde etmeyi bırakmak, onu elde etmenin tek yoludur. Bunun yapmanın birtakım yolları şunlardır:
Benlik saygınızla ilişkilendirmeden, o sırada yaptığınız eyleme odaklandığınızda, beğenilmeme ya da dışlanma gibi korkularınız da ortadan kalkar. Ana odaklanmak, insanı düşünüp durmaktan ve durmaksızın kendini değerlendirmeye kalkmaktan uzaklaştırır.
Gelecekle ilgili kaygılanıp durmak yerine ana odaklanabilirsiniz. Çoğu zaman, geçmiş ya da gelecekle ilgili düşüncelere öyle takılı kalırız ki, o sırada olup bitenden, değil zevk almak, o anı yaşayamayız bile… Bundan kaçınmanın en iyi yolu, geçirilen zamanın tadını çıkartmaya ve içinde bulunulan anı, geçmiş ya da gelecekle ilintilendirmemeye çalışmaktır. İçinde bulunulan anın tadını çıkarabilmek için, öyle olağanüstü ya da sıra dışı bir eylem yapıyor olmak da gerekmez. Sıcak bir kahve içerken, yemek yerken, belirli bir yere gitmek üzere yolda yürürken de anın tadı çıkarılabilir.
Kendinizi bulunduğunuz ana getirmenin en iyi yollarından biri de soluk alıp vermenize odaklanmaktır. Böylece, bütün farkındalığınız, o sırada ne olup bittiği ile sınırlanmış olacaktır. Anı yaşamanın en iyi yollarından bir diğeri de, zamanın nasıl geçtiğini anlayamadan, zaman kavramını yitirip, kendini yaptığı etkinliğe kaptırmaktır. Bu duruma, psikolojide, “akış” adı verilir. Bu sırada insan, kendini yaptığı işe kaptırır, bir anlamda kendinden geçer ve çevresinde ne olup bittiğinin ayrımında olmaz.
Hiçbir dış uyaran zihnini çelemez. İnsanlar, yaşadıkları olaylar karşısında, bu olaylara yükledikleri anlamlar bağlamında birtakım duygular yaşarlar (birincil duygu), ancak yaşadıkları bu duygulara ilişkin birtakım duygular daha yaşayabilirler (ikincil duygu). Sözgelimi, bir olaya üzüldüğümüz için kendimize kızıyor olabiliriz. İkincil duygudan kurtulmanın başlıca yolu kabullenmedir (buna, “tevekkül” de denebilir). Bunun anlamı, yaşanan her bir anda yaşanabileceklere açık olmak, yargılamadan ya da böyle bir duyguya kapılmaktan kurtulmaya çalışmadan, yaşanan yaşantıyı değiştirmeye çalışmamaktır. Her ne yaşanıyorsa, o yaşanıyordur. Bunu değiştirmeye çalışmak, daha kötü duygular yaşanmasına yol açabilir ve insanı tüketebilir.
Kabullenmek, insanı, ayrıca acı çekmekten kurtarır. Ünlü bir deyiş vardır: “Sıkıntı çekmek kaçınılmazdır, ancak bundan ötürü acı çekmek kişiye bağlıdır” der. Sözgelimi, çok sevdiğiniz birinden ayrılmış ve büyük bir özlem içinde çok üzülüyor olabilirsiniz. Ancak daha sonra yaşadığınız bu duyguyla boğuşmaya kalkar ve “Böyle hissediyor olmak çok kötü, bundan kurtulmak istiyorum diyebilir ve üzülüyor olmanıza üzülerek, üzüntünüzü pekiştiriyor ve uzatıyor olabilirsiniz. Oysa, duygularını kabul edebilir ve bunun yerine, “Evet bir ayrılık yaşadım.
Ayrılmaktan ötürü yaşadığım duygular son derece olağan duygular. Böyle hissediyor olmam son derece doğal” diyebilirsiniz. İstenmedik bir durumu kabullenmek, daha sonrası için hiçbir şey yapılmayacak anlamına gelmez. Yalnızca, denetim alanınız dışında kalan olayları olduğu gibi kabul etmeyi gerektirir. Kaygı duyuyorsanız, kaygı duyuyorsunuzdur. Bu duyguyu olduğu gibi kabul edebilirsiniz. Yaşadığınız duyguyu kaygı olarak adlandırır ve odağınızı başka bir alana kaydırabilirsiniz. Düşüncelerinizin, algılarınızın ve duygularınızın zihninizden akıp gittiğini izleyebilir ve bu akışa kendinizi kaptırmayabilirsiniz. Düşünceleriniz, yalnızca düşüncelerdir. Bunlara inanmak zorunda değilsiniz ve bu düşüncelerin aklınıza getirdiklerini de yapmak zorunda değilsiniz. Araba kullanırken, son on beş dakika içinde ne yaptığınızı anımsayamadığınız ve çıkışı kaçırdığınız zamanlar olmuştur ya da bir sayfa kitap okumuş ve ne okuduğunuzla ilgili olarak bir düşünceniz oluşmamış olabilir. Kendinizi “otopilota” bağladığınız bu “ zihinsizlik ” zamanlarında, düşüncelerinizin içinde yiter gidersiniz ve o sıradaki yaşantınızın ayrımında olmazsınız. Bu bilinç kararmalarının önüne geçebilmeniz için, girdiğiniz her yeni durumda, yeni birtakım ayrıntıları ayırt etme alışkanlığını edinmeniz gerekir. Yeni birtakım ayrıntıları görme alışkanlığını edinerek, dünyanın sürekli bir değişim içinde olduğunu anlarsınız.
Ne denli çok yeni bir ayrıntı görürseniz, o denli daha değişik görmeye başlarsınız ve yaşamda daha büyük bir coşku duyarsınız. Ana odaklanmak (mindfulness), amaçlı ve düzenli bir etkinlik değil, yalnızca nerede olduğunu bilmek ve anı yaşamaktır. O anki yaşantınıza odaklanarak bunu sağlayabilirsiniz. Bunu hemen yapabilirsiniz. Şu an ne oluyor?.. Yalnızca anı gözleyin. Ne görüyorsunuz, ne duyuyorsunuz ve nasıl bir koku alıyorsunuz? Ne hissettiğinizin bir önemi yok, iyi ya da kötü hissediyor olun, her ne yaşıyorsanız onu yaşıyorsunuzdur, yargılamayın. Zihninizin dağıldığını anlarsanız toparlayın. Yalnızca kendinize “Şimdi. Şimdi. Şimdi, buradayım ve anı yaşıyorum” deyin…