Varoluş bunalımı ya da diğer bir adıyla varoluş kaygısı, yaşamın geçiş dönemlerinde ortaya çıkan ve yeni döneme uyum sağlamakta büyük güçlük çekildiğini gösteren bir durumdur. Sözgelimi, evden ilk kez ayrılan bir üniversite öğrencisi ya da zorlu bir boşanma sürecinde olan bir erişkin, yaşam dayanaklarının çökmekte olduğu duygusuna kapılabilir ve varoluşunun anlamını sorgulamaya başlayabilir.
Varoluş bunalımı sırasında, kaygı ve çökkünlük gibi duygular yaşanabilir, büyük bir bunalım içine girilebilir; kişi, sevdiklerinden ve arkadaşlarından uzaklaşabilir, yalnızlaşabilir; herhangi bir konuda bir çaba göstermek için artık bir istek duymayabilir ve bütün içsel gücünü yitirmiş olabilir. Varoluş bunalımı, genellikle, işini ya da mesleğini değiştirme; kişinin, sevdiği birinin ölümü; kendisinin ya da bir sevdiği bir kişinin önemli bir hastalık tanısı alması; 40, 50 ya da 65 yaşları gibi yeni bir yaş dönümüne girme; ruhsal açıdan örseleyici bir olay yaşama; evlenme, çocuk sahibi olma ya da boşanma gibi büyük yaşam olayları sırasında ortaya çıkar.
Kaygı bozukluğu ya da depresyonu, takıntı-zorlantı bozukluğu ya da sınırda (borderline) kişilik bozukluğu olan kişiler, varoluş bunalımı yaşamaya daha yatkındırlar. Varoluşçuluk kuramına göre, yaşamda, herkesin seçim yapma özgürlüğü vardır; ancak seçim yapabiliyor olma özgürlüğü, sorumlulukları da birlikte getirir. Ancak ölüm yazgısını göz önünde bulundurunca, kişinin giriştiği eylemler, ona anlamsız gelebilir. Bu yüzden, özgürlük, çaresizliğe yol açabilir ve özgürlükle gelen sorumluluk, kaygı duymaya neden olabilir. Yanlış seçim yapacak olma korkusu ortaya çıkar.
Varoluşçular, kesin “doğru” bir yol olmadığı ve elimizde, ne yapmamız gerektiğini söyleyen bir kılavuz bulunmadığı için, böyle bir kaygı ya da korku duymamızın kaçınılmaz olduğunu söylerler. Onlara göre, her birimiz, kendi yaşamımıza, kendimiz bir anlam kazandırmak durumundayızdır. Varoluş bunalımı ile boğuşuyor iseniz, “Yaşamın ne anlamı var?..” diye soruyor olabilirsiniz. Yaşamınızda büyük bir geçiş sürecinde iseniz ve sizin için tanıdık ve bildik olan altyapının güvenliğini yitirmişseniz, diğer bir deyişle kendinizi güvende hissetmiyorsanız, “Sonunda zaten ölecek olduktan sonra yaşamanın ne anlamı var?..” diyor olabilirsiniz. Birçok insan, çocukluktan ergenliğe, ergenlikten erişkinliğe, erişkinlikten emekliliğe geçerken olduğu gibi, yeni bir yaşam evresine geçerken bir varoluş bunalımı yaşar. Okulu bitirme, yeni bir işe başlama, evlenme ya da boşanma, çocuk sahibi olma ya da emekli olma gibi durumlar bir varoluş bunalımına yol açabilir.
Varoluş kaygısının, yaşamın kısıtlılıklarının ayrımına varmakla ilişkili olduğu göz önünde bulundurulunca, bu tür bir kaygı, hastalıklı bir kaygı olmaktan çok kaçınılmaz olarak görülebilir. Bu yüzden, böyle bir kaygıyı yok etmeye çalışmaktansa, bununla yaşamanın bir yolunu bulmaya çalışmak gerekir. Varoluş bunalımı yaşamanın olumlu birtakım yanları da olabilir. Yaşamdaki amacınızı sorgulamanızı ve kendinize bir yön çizmenizi sağlayabilir.
Varoluşçular, kaygı duygusunu psikiyatristlerden ve psikologlardan çok daha değişik olarak ele alırlar. Kaygıyı, ortadan kaldırılması gereken bir sorun olarak görmektense, bunu herkesin yaşayacağı, yaşamın, kaçınılamaz, olumlu bir yanı olarak görürler ve yaşamla ilgili olarak bize önemli dersler verdiğini düşünürler. Bunu, kişinin, yaşamını ve yaşam amaçlarını yeniden anlamlandırması ve kendine yeni bir yol çizmesi için bir fırsat olarak görürler…