Yaşamımızdaki en güzel şeylerin gelecekte olacağına inandırılarak büyütülüyoruz. Anababalar, çocuklarına, iyi alışkanlıklar edinirlerse gelecekte rahat edeceklerini söylüyorlar. Öğretmenler, öğrencilerine, o sıkıcı dersleri daha iyi öğrenirlerse, ileride daha başarılı olacaklarına inandırmaya çalışıyorlar. Kurum yöneticileri, çalışanlarına, daha çok çalışırlarsa, daha sonra, daha iyi konumlara gelecekleri sözünü veriyorlar. Her zaman yaşamaya hazırlanıyoruz, ama hiç yaşamıyoruz.
Karmaşık bir toplumsal yaşamda ayakta kalmak, birtakım dış etkenler için çalışmayı ve birtakım anlık zevkleri ertelemeyi gerektirir. Ancak insanın bu dış etkenlerin bir oyuncağı olması da gerekmez. Sürekli toplumsal ödüllerin peşinde koşmak yerine, kişinin kendi yetenekleri doğrultusunda, kendi kendine de birtakım hedefler koyması gerekir. Mutluluk, toplumsal sıradanlığın edilgen bir parçası olmaktan çok, kendi özgünlüğümüzü ortaya koymakla, bu yolda etkin bir çaba göstererek kendimizi gerçekleştirmekle sağlanır.
Bunu yapabilmek için, yaşanan her anda, yaşanan olaylarda ödüller bulma yeteneğini geliştirmemiz gerekir. Yaşantılarımızın aralıksız süregidiyor olmasından zevk almayı ve onlarda bir anlam bulmayı öğrenirsek, toplumsal edilgenliğimizden kurtulabiliriz. Ödüller dış etkenlere bağlı kalmazsa, güç bize geri döner.
Ulaşmakta zorlandığımız bir ödül için sonsuza dek kendimizi zorlamak yerine, yaşamanın gerçek ödüllerini toplayabiliriz. Bundan, kendimizi içgüdüsel isteklerimize bırakmamız gerektiği anlamını çıkarmamalıyız. Toplumsal ödüllerin yanı sıra içgüdüsel isteklerimizden bağımsız olarak zihnimizde olan biteni denetim altında tutabilmeliyiz. Yaşanan sıkıntı ve alınan zevk hep bilinçtedir ve orada var olur. Doğal eğilimlerimizi sömüren, toplumsal olarak koşullandırılmış uyaran-tepki örneğine uymamız, dışarıdan denetlendiğimiz anlamına gelir. Çarpıcı bir reklamı izledikten sonra söz konusu ürünü almaktan kendimizi alıkoyamamamız ya da yöneticimizin kaşlarını çatmasının günümüzü zehir edebilmesi, yaşantılarımızın içeriğini kendi kendimizin belirleyemediğini gösterir. Bizi gerçekte etkileyen, olayların kendisi değil, onlara yüklediğimiz anlamdır. Yüklediğimiz anlama göre birtakım duygular yaşarız. İnsan, gerçekte dışarıda her ne olursa olsun, yalnızca bilincinin içindekileri değiştirerek kendini mutlu ya da mutsuz edebilir.
Bilincini denetleyebilen bir insanın ayırt edici özelliği, istediğinde dikkatini odaklayabilmesi, dikkatini dağıtan uyaranları göz ardı edebilmesi, belirli bir hedefe ulaşmak için gereken süre boyunca dikkatini o hedef üzerinde yoğunlaştırabilmesidir. Bunları yapabilen bir insan, günlük yaşamın olağan gidişinden genellikle zevk alır. Bir insan, “akış”ı olabildiğince sık yaşantılamak üzere bilincini örgütleyebildiği zaman, yaşam niteliği yükselecek, daha mutlu olacaktır. Bir hedef seçip, kendimizi, yoğunlaşmamızın sınırlarına dek zorladığımızda, yaptığımız iş her ne olursa olsun, bu bize zevk verecektir. Bu zevki bir kez tadınca, sonra onun tadına yeniden varmak için çabalarımızı artırırız. Dolayısıyla benliğimiz giderek gelişir..