Eşduyum
Eşduyum olarak Türkçe’ye çevrilen “empati” kavramı, karşımızdaki kişinin ne yaşadığını duygusal olarak anlayabilme yeterliğidir. Kendini, bir başkasının yerine koyabilmek ve onun ne hissettiğini hissedebilmektir.
Bu kavram, ilk kez, 1909 yılında, psikolog Edward B. Titchener tarafından, “gibi hissetmek” anlamına gelen bir Alman terimi olan “einfühlung”un İngilizce’ye çevirisi olarak kullanılmıştır.
Duygudaşlık (sempati) ve acısını paylaşma gibi kavramlar, eşduyum ile ilişkili kavramlar olsa da, aralarında önemli birtakım ayrımlar vardır. Duygudaşlık ve acısını paylaşma, edilgin birer ilişki kurma yaklaşımı iken; eşduyum, karşısındakini anlamak için etkin bir çaba gösterildiğinin kanıtıdır.
Eşduyumun değişik birtakım türleri vardır. Duygusal eşduyum, karşısındaki kişinin duygularını anlamayı ve buna göre tepki göstermeyi kapsar. Düşünsel eşduyum ise, karşısındaki kişinin, içinde bulunulan koşullarda, ne düşünüyor olabileceğini anlamayı kapsar.
Eşduyum yapmanın önemli birtakım yararları vardır.
Eşduyum, başkalarıyla toplumsal bağlar kurmayı, sevgi bağı kurmayı ve bunu sürdürmeyi sağlar. İnsanlar, başkalarının ne düşündüklerini ve ne hissettiklerini anlayarak, bunlara göre daha uygun tepkiler gösterebilirler.
Başkalarıyla eşduyum yapmak, kişinin kendi duygularını yönetmesine yardımcı olur.
Dolayısıyla eşduyum yapmak, insanların birbirlerine yardımcı olmalarını sağlar.
Herkes, her durumda, eşduyum yapamayabilir. Kimi insanlar eşduyum yapmaya daha yatkınlarken, kimi insanlar da, yalnızca belirli birtakım insanlara eşduyum yapabilirler, başkalarına yapamayabilirler.
Böyle davranıyor olmanın altında birtakım nedenler yatıyor olabilir.
Bunlar, kişinin, karşısındaki kişiyi nasıl algıladığı, onun davranışlarına ne gibi anlamlar yüklediği, karşısındaki kişinin içinde bulunduğu zor durumdan ötürü onu suçluyor olması ve kişinin geçmiş yaşantıları ve beklentileri ile ilişkili olabilir.
İnsanların, kimi zaman, eşduyum yapamıyor olmalarının belirli birtakım nedenleri olabilir.
Bunlardan biri, kişinin, karşısındaki kişiyi ve dünyayı yorumlarken belirli birtakım “düşünsel önyargılar” içinde olmasıdır (ayrı bir yazımda bunlardan söz edeceğim). Bu önyargılar, içinde bulunulan duruma katkıda bulunmuş olabilecek bütün etkenlerin görülmesini, dolayısıyla söz konusu duruma bir başkasının bakış açısıyla bakmayı güçleştirebilir. Diğer bir etken ise, insanların karşısındakileri kolaylıkla suçlama eğilimlerinin olmasıdır.
Ancak, başkalarının bizim ne düşündüğümüzü ve ne hissettiğimizi anlayabilmelerini, dolayısıyla yanımızda yer alabilmelerini istiyorsak, önce biz onların, içinde bulundukları durumlarda, ne düşündüklerini ve hissettiklerini anlamaya çalışmalı, bunun için etkin bir çaba göstermeliyiz…