Psikoterapi
Psikoterapi nedir? Terapi sürecinde ne gibi yöntemler kullanılır? Ne işe yarar?..
Öncelikle, tek bir psikoterapi türünün olmadığını vurgulamak gerekir. Değişik birtakım terapi yaklaşımları vardır. Bunlardan başlıcaları, (1) bilişsel davranışçı psikoterapiler (öncelikle Albert Ellis ve Aaron T. Beck’in yaklaşımları), (2) insancı (hümanist) psikoterapiler (Carl Rogers’ın “danışan odaklı terapi”si, Viktor Frankl’ın “varoluşçu terapi”si ve Frederick S. Perls’ün “Gestalt terapi”si bu kapsamda değerlendirilebilir) ve (3) psikodinamik psikoterapilerdir (Freud’un psikanaliz kuramından köken alırlar).
Bugün için en yaygın kullanılan psikoterapi türü, bilimsel temellere ve kanıta dayalı olan, bilimsel yollarla açıkça sınanmış yöntemler kullanan, bilişsel davranışçı psikoterapilerdir. Bu psikoterapi yaklaşımları, insancı psikoterapilerin kullandığı birtakım yöntemleri de gerektiğinde kullanırlar. Bilişsel davranışçı psikoterapiler nasıl çalışırlar, terapi sürecinde neler öğrenilir, ne gibi kazanımlar sağlanır ve ne gibi donanımlar elde edilir?..
Bilişsel davranışçı psikoterapi, önceliklere düşünmeyi ve sorgulamayı öğretir. Akılcı (rasyonel) düşünmeyi öğretir.
Düşüncelerin üzerinde yeniden düşünmeyi öğretir.
Seçenek düşünceler üretmeyi ve yaratıcı düşünmeyi öğretir. Olaylara daha değişik bakış açılarından da bakılabileceğini öğretir. Bakış açımızı değiştirmenin, gördüklerimizi de değiştireceğini gösterir.
İnsanın kendi düşüncesinin “en doğru” düşünce olmayabileceğini ve başka düşüncelere de açık olmayı, esnek düşünmeyi öğretir.
Karşılaşılan bir olay karşısında ya da bir konuda, akla gelen ilk düşüncenin en doğrusu olmayabileceğini gösterir. Düşündüğümüz her şeye inanmamamız gerektiğini belirtir.
Aynı düşünceyi düşünüp durmanın, aynı düşünceye takılakalmanın işlevsel olmadığını, ilgi odağını değiştirmenin gerekli olduğunu öğretir.
Belirli bir düşünceyi düşünmekten kaçmaya çalışmanın, o düşünceyi sürekli akla getireceğini gösterir.
Alışageldik, yerleşik ve kökleşmiş düşüncelerimizin ve inanışlarımızın (şemalar), anlık düşünsel tepkilerimizi (otomatik düşünceler) belirlediğini gösterir. Yeri geldiğinde, çocukluktan beri edinilegelmiş olan yerleşik bu düşüncelerin de sorgulanması gerektiğini öğretir.
Kişide, bir bakış açısı değişikliği, daha işlevsel olan, genel bir yaşam felsefesi değişikliği yaratmaya çalışır.
İstenmedik birtakım olaylarla karşılaşıldığında “Böyle olmamalı..”, “Böyle olmamalıydı..” ya da “Nasıl olur da böyle!..” gibi bir dayatmada bulunup (-meli, -malı’larla düşünme) işlevsiz düşünmek yerine, gerçeklikle barışıp, “Değil mi ki öyle…” diyebilmeyi ve ona göre bir yol almayı öğretir.
Düşünce sürecinde, siyah-beyaz (“ya hep ya da hiç” biçiminde düşünme), aşırı genelleme, kişiselleştirme (kişisel alma), suçlama (kendi sorumlululuğunu gözardı etme), olumlu yanını görmeme, düşünceleri okuma, dayanaksız öngörüde bulunma, duygularına göre çıkarım yapma, hemen bir sonuç çıkarıverme, abartma ya da azımsama gibi düşünsel birtakım yanlışlar (bilişsel çarpıtmalar) yapmamayı öğretir. Değişik birtakım düşünme süzgeçlerinin uygulanması yüzünden, olaylardan yanlış birtakım çıkarımlar yapmamayı öğretir.
Duygularımızın, olayları nasıl algıladığımızla, olaylara nasıl bir anlam yüklediğimizle doğrudan ilişkili olduğunu göstererek, duygularımızın sorumluluğunu almamız gerektiğini öğretir. Dolayısıyla, “Elimde değil, böyle hissediyorum…” demenin anlamsızlığının görülmesini sağlar. Ayrıca, duygularını ayırt etmeyi ve bunları adlandırmayı öğretir.
Dolayısıyla duygularımızın belirleyicisinin düşüncelerimiz (olaylara yüklediğimiz anlam, çıkarımlarımız) olduğunu gösterir.
Aynı davranışlarda ve eylemlerde bulunarak değişik sonuçlar alınamayacağını öğretir.
Yeni birtakım davranışlar sergilemenin bir öğrenme yaşantısı olabileceğini ve insanın düşüncelerini değiştirmesini sağlayabileceğini gösterir.
Dürtüsel davranmamayı öğretir; dürtüsel davranacak gibi olunduğunda, iç sesini yakalamayı ve dürtüsel davranmamanın gerekçelerini o sırada kendi kendine anımsatarak, kendine “Dur!..” diyebilmeyi öğretir.
Başımıza gelen olayların, olabileceğin en kötüleri olmadığını ve korkunçlaştırmamayı öğretir. Değer bir karşılığı olduğu sürece, istenmedik bu olaylara, gerektiğinde, katlanılabileceğini gösterir.
Yaşamda, değiştirebileceklerimizle değiştiremeyeceklerimizi ayırt etmeyi, değiştiremeyeceklerimize katlanmanın bir yolunu bulmanın, değiştirebileceklerimizi de değiştirebilmek için kararlı bir çaba göstermenin gerektiğini öğretir.
Kendimizi koşulsuz sevmenin, kendini olduğu gibi kabul etmenin yararını gösterir.
İnsanların, davranışlarıyla eşdeğer tutulamayacağını öğretir. Kişinin bir davranışının kötü olmasının, o kişinin kötü olduğunu göstermeyeceğini belirtir. İnsanlara genel bir değer biçilemeyeceğini öğretir.
Gösterdiğimiz davranışlar üzerinde, geçmişin etkilerinden çok bugünün etkilerinin olduğunu öğretir. Geçmişte her ne yaşamış olursak olalım, daha önemli olanın, bu yaşanmışlıklar değil, bu yaşanmışlıklar üzerinde bugün ne düşündüğümüz olduğunu öğretir. Geçmişin, ancak bugün zihnimizde taşıdığımız düşünceler olarak bizimle birlikte olduğunu belirtir. Geçmiş, bugünü etkiliyorsa, geçmiş geçmemiş demektir, bunu gösterir.
“Keşke…” diye başlayan yaklaşımların işlevsel olmadığını öğretir.
Belirsizlikleri algılama biçimini değiştirmeyi ve belirsizliklere katlanabilmeyi öğretir.
Sağlıklı iletişim becerileri kazanmayı sağlar.
Suçlayıcı bir “Sen” dilinin yerine (“Bana hiç saygı göstermiyorsun!..”), duygusal bağlamı da olan bir “Ben” dilinin (“Bu olayda olduğu gibi, bana saygı göstermediğini düşünüyor olmam, beni çok üzüyor…”) ne denli işe yarayabileceğini gösterir.
Başımıza gelen sorunları algılama biçimimizin, sorun çözme sürecinin önemli bir aşaması olduğunu öğretir.
Sorun çözme becerileri kazandırır.
Yaşamda bir amacının olmasının ve yaşama bir anlam yüklemiş olmanın ve tutkuyla yapılan uğraşlarının olmasının insanı mutlu ettiğini öğretir.
Akış yaşantılarının (insanın, zaman algısını yitirirek, kendinden geçerek yaptığı uğraşlarının) ne denli önemli olduğunu ve bunun, mutlu olmanın önemli bir yolu olduğunu öğretir.
Sevinmek, eğlenmek, ilgi duymak, esinlenmek, onur duymak, derin bir sevgi ya da saygı duymak, gönül borcu duymak (şükretmek, minnettarlık) ya da dingin (huzurlu) olmak gibi olumlu duygular yaşamanın, olaylara daha geniş bir bakış açısıyla bakmayı, daha başka olasılıkları ve seçenekleri görmeyi, karşılaşılan istenmedik olayları daha kolay atlatmayı, başkalarıyla daha iyi bir iletişim ve ilişki kurmayı, kişinin olabileceğinin en iyisi olmasını ve kendisine daha iyi bir gelecek hazırlayabilmesini sağladığı gösterilir.
İyimser ve umutlu olma bakış açılarının ne gibi üstünlükler sağlayacağı gösterilir.
Çevremizdekilerde bir davranış ve tutum değişikliği yaratmak istiyorsak, öncelikle onlara karşı kendi davranış ve tutumumuzu değiştirmemiz gerektiğini öğretir. Yalnızca, biz öyle istiyoruz diye, kimsenin değişmeyeceğini öngörmemiz gerektiğini belirtir.
İnsanlara özerklik tanımanın, insanların tutumunu değiştirmeleri yolunda atılacak ilk adım olduğunu öğretir.
İnsanları, yaptıklarıyla yüzleştirmenin bir yararının olmayacağını, tam tersine değişmeye direnç göstermelerine neden olacağını vurgular.
Değişmek için, önce kendini olduğu gibi kabul etmek gerektiğini belirtir.
İnsanların tutum ve davranışlarını değiştirebilmeleri için kendilerine yapılan “dayatma”ların (“Değişmelisin, çünkü…”) değil, kendi değişme gerekçelerini kendilerinin yaratıp, değişmenin “akıllarına yatma”sının (“Değişsem iyi olur, çünkü…”) ne denli önemli olduğunu öğretir.
İnsanların, kendilerini dile getirmelerinin, kendi düşüncelerini daha iyi görmelerini sağlayacağını öğretir.
İnsanların, sorumluluklarından kaçsalar da, sorumsuzluklarının sonuçlarından kaçamayacaklarını gösterir.
Özetle, insanların, sağlıklı bir uslamlama (muhakeme) yapmalarını sağlayarak, akılcı, mantıksal ve işlevsel düşünmelerine yardımcı olarak, iletişim ve sorun çözme becerileri gibi, yeni birtakım beceriler ve donanımlar kazandırarak, ruhsal açıdan daha sağlıklı bireyler olmalarına aracılık eder. Bunun için, kendine özgü birtakım yöntemler kullanır ve görüşme aralarında yapılacak birtakım ödevler verir. Sonuç olarak, insanların (danışanların), çökkünlük (depresyon), kaygı (anksiyete) ve öfke gibi, sağlıksız olumsuz duygulardan, dürtüsel davranmaktan ve bağımlılıklardan kurtulabilmelerini, daha işlevsel olacak bir bakış açısı ve yaşam felsefesi kazanmalarını ve daha nitelikli bir yaşam sürmelerini sağlar…