Ruhsal Dayanıklılık
Ruhsal dayanıklılık (resilience), son yıllarda sık kullanılan önemli bir kavramdır. Ruhsal dayanıklılık, olumsuz bir dış etken ya da ruhsal açıdan örseleyici bir olayla karşılaşıldığında, ruhsal olarak sağlıklı ve işlevsel tepki verme yeterliği olarak tanımlanır. Bu yeterlik, olumsuz yaşantılarla baş etmenin, zorlayıcı olaylarla başa çıkmanın ya da ruhsal açıdan örseleyici bir olayı atlatmanın ve bütün bunları göğüsleyebilmenin yanı sıra anlamlı bir yaşam sürebilmek, insanlarla iyi ilişkiler kurabilmek, öğrenmeye va yeni deneyimlere açık olmak için de gerekli olan bir yeterliktir. Ruhsal dayanıklılığı artırmanın yedi yolu tanımlanmıştır:
1. OYSA diyebilmek: Bunun için, istenmedik, olumsuz bir olayla karşılaştığımızda, aklımızdan ne gibi düşünceler geçtiğini bulmalıyız. Kendimizi dinlemeli, kendi kendimize ne söylediğinizi belirlemeli ve düşüncelerimizin, duygularımızı ve davranışlarımızı nasıl etkilediğini anlamalıyız. “O”, karşılaştığımız olay; “Y”, bu olaya yüklediğimiz anlam, karşılaştığımız olayı nasıl algıladığımız ve söz konusu olayla ilgili olarak ne düşündüğümüz; “S” ise, ortaya çıkan düşüncelerimizin sonucu olarak ne hissettiğimiz ve nasıl davrandığımıza karşılık gelir. Karşılaştığımız olumsuz olaylara, kendimizce bir anlam yükleriz ve yüklediğiniz bu anlama göre birtakım duygular yaşar ve yüklediğimiz bu anlama göre davranırız. Yüklediğimiz anlamı değiştirirsek, daha değişik duygular yaşayabilir ya da daha değişik davranabiliriz. Çökkünlük, kaygı ve öfke gibi, sağlıksız olumsuz duygular yaşadığımız zaman ya da istenmedik bir durum karşısında, sorun çözme odaklı yaklaşmadığımız, yalnızca tepkisel ve sonuçlarını öngörmeden, dürtüsel davrandığımız zaman, akılcı olmayan bir biçimde düşündüğümüz ve yaşadığımız olaya, akılcı olmayan bir anlam yüklediğimiz sonucunu çıkartabiliriz. Burada, “OYSA” yaklaşımını kullanabiliriz. Oysa, daha değişik düşünebilir ve akılcı düşünerek, olumsuz bile olsa (üzülme, tasalanma, kızma gibi), sağlıklı duygular yaşayabilir ve çözüm odaklı bir biçimde, işlevsel davranabiliriz. “A”, akılcı düşünmeye karşılık gelir. Akılcı düşünmek demek, gerçekçi, mantıksal ve işlevsel düşünmek demektir. Gerçekçi düşünmek demek, gerçekliği olduğu gibi kabul edip ona göre düşünmek demektir. “Olan olmuştur”; “Neden böyle oldu?” deyip durmamaktır. “Böyle olmamalıydı” dayatması yerine, “Değil mi ki böyle oldu, ben şimdi ne yapabilirim?” diyebilmektir. Akılcı düşünmek demek, neden-sonuç ilişkilerini doğru kurabilmek ve mantıklı düşünmek demektir. Akılcı düşünmek demek, işlevsel düşünmek, çözüm odaklı düşünmek demektir. Gerçekliği olduğu gibi kabul ederek bunun üzerinde düşünmek, neden-sonuç ilişkilerini doğru kurabilmek ve çözüm odaklı düşünebilmek, akılcı düşünmenin üç ayağıdır ve sağlıklı duygular yaşayabilmenin ve istendik sonuçlar almak üzere işlevsel davranabilmenin ön koşulu akılcı düşünmektir.
2. Düşünme tuzaklarından kaçınmak: İnsanlar, istenmedik olaylarla karşılaştıkları zaman, değişik birtakım düşünsel yanlışlar yapabilirler. Yeterince kanıt toplamadan hemen bir sonuç çıkarıvermek, tek bir açıdan bakmak (indirgemek), siyah-beyaz düşünmek (“siyah değilse beyazdır”), kişiselleştirmek, başkalarına yansıtmak (yalnızca başkalarını sorumlu tutmak), abartmak ya da azımsamak, aşırı bir genelleme yapmak, başkalarının aklından geçenleri okuduğunu sanmak, duygularına göre çıkarımlar yapmak, yapılan başlıca düşünsel yanlışlardır. İstenmedik, olumsuz bir olayla karşılaşıldığı zaman, sağlıklı düşünebilmek için, bu düşünme tuzaklarından özellikle uzak durmak gerekir.
3. Düşünsel buzdağlarını ortaya çıkarmak: Herkesin kendisiyle ve kendi dünyasıyla ilgili yerleşik birtakım düşünceleri, temel birtakım inançları vardır. Bunlara “buzdağı düşünceler” adı verilir; çünkü bu düşünceler, bilinçlilik düzeyinin altında kalırlar ve insanlar, bunların pek farkında değildirler. Yerleşik bu düşünceler, insanların, olaylar karşısında nasıl akıl yürüteceklerini, dolayısıyla ne düşüneceklerini, ardından ne hissedeceklerini ve nasıl davranacaklarını büyük ölçüde belirlerler. Bu düşünceler, temel değer yargıları olarak da görülebilirler. Ancak, yerleşik bu düşünceler, kimi zaman, önyargılar olarak, kişinin daha değişik, daha esnek ve daha işlevsel düşünmesini engelleyebilirler. Sıradan birtakım olaylara aşırı tepki vermenin, bir konuda bir türlü karar verememenin ya da belirli bir duyguyu yoğun yaşıyor olmanın altında bu buzdağı düşünceler yatıyor olabilir. Altta yatan yerleşik bu düşünceler, temel değer yargıları bağlamında işe yarar olabilirlerken; önyargılar bağlamında, kişinin gerekli düşünsel esnekliği göstermesini engelleyebilirler. Buzdağı düşüncelerin çoğu, çocukluk yıllarında, daha çok aileden edinilmiş olan düşüncelerdir ve kişinin sağlıklı düşünmesini ve davranmasını engelliyor olsalar da, değiştirilmeleri öyle kolay olmaz. Ancak, esnek düşünebilmenin önündeki en büyük engel olan bu önyargıların bulunup ortaya çıkarılması ve kişinin “kendi önünden çekilmesi” gerekir.
4. Sorunlara bakış açısını değiştirmek: Ruhsal dayanıklılığın en önemli öğelerinden biri sorun çözmedir. Sorunun nedeni yanlış yorumlanırsa, yanlış birtakım çözümler bulunur. Burada, soruna bakış açısı ve sorunun ele alınış biçimi büyük önem taşır. Burada da, karşılaşılan sorunu kişiselleştirmek ne denli yanlışsa, bütün sorumluluğu başkalarına yıkmak da o denli yanlıştır. Sorun çözmeye olumsuz yönelimi olan kişiler, soruna neden olduklarını düşündükleri için kendi kendilerini suçlama eğiliminde olurlar; sorunu, genel iyilik durumları için önemli bir gözdağı olarak algılama eğiliminde olurlar, dolayısıyla hemen ondan kaçmaya ya da herhangi bir tasarı kurmaksızın ona karşı saldırıya geçmeye kalkışırlar; sorunun, çok çaba harcanmadan hemen çözülmesi gerektiğini düşünürler; bu kişilerin, sorunun üstesinden gelme beklentileri düşüktür, çünkü ya sorunu çözülemez olarak görürler ya da sorunu başarıyla çözebilecek yeterliklerinin olmadığını düşünürler. Sorun çözmeye olumlu yönelimi olan kişiler ise, sorunları, genelde olağan, sıradan ve yaşamın kaçınılmaz olayları olarak görürler; sorunu, öncelikle kaçınılması gereken göz korkutucu bir durum olarak görmektense, kendilerini geliştirmeleri için uğraş verecekleri bir durum ya da bir fırsat olarak görürler; sorunların bir çözümü olduğuna ve bunu kendi başlarına bulabilecek yeterlikte olduklarına inanırlar; sorun çözmenin çoğu kez zaman alacağını ve bunun için çok çaba harcanması gerektiğini bilirler.
5. Yersiz kaygılardan uzak durmak: Kimi insanlar “ya –sa?” söylemleriyle (“Ya hastalanırsam?”, “Ya çocuğum sınavı geçemezse?” gibi), her sorunu korkunçlaştırırlar; ortaya çıkmamış sorunlar için bile, sanki “altından kalkılamayacakmış” gibi bir algı yaratırlar. Bu “ya –sa”ları, bir zaman sonra, onların “anayasa”ları olur. Olası bütün olaylara bu gözlükle bakarlar ve her an kötü bir olay olacakmış gibi, “diken üzerinde” yaşayarak, yaşamın tadını bir türlü çıkartamazlar. Bu kişilerin, “Olabileceğin en kötüsü ne?”, “Bunun olma olasılığı ne?”, “Olursa, bu katlanılamaz bir durum mu?”, “Böyle bir durumun ortaya çıkması dünyanın sonu mu?”, “Kaygılanıp duruyor olmak, olayın olma olasılığını düşürüyor mu?”, “Olabilecek olsa bile, şu an için alabileceğim bir önlem var mı?”, “Şu an için alabileceğim bir önlem varsa alayım, gereğini yapayım; yoksa, kaygılanıp durmanın bir anlamı var mı?” gibi soruları, kendi kendilerine sormayı öğrenmeleri gerekir.
6. Takıntı düşüncelerden kurtulmak: Takıntı düşünceler, değişik birtakım yollarla insanların yaşam niteliğini düşürürler. Takıntı düşünceler genellikle olumsuz yaşantılarla ilişkilidirler ve kişinin duygusal durumunun kötüleşmesine neden olurlar. Takıntı düşünceler, kişi bunlara “takılakaldığı” için, kişinin sorun çözme becerilerini elinden alır. Takıntı düşünceler, kişinin, gereksiz yere çok zamanını alır. Takıntı düşüncelerden kurtulmanın yolu, takıntı düşünceleri bastırmaya çalışmak değil (“pembe fili düşünme”), takıntı düşünceler üzerinde yeniden düşünmek, onlara yeni bir anlam yüklemek ya da bunlara özel bir anlam yüklememektir. Takıntı düşüncenin kendisi ya da içeriği önemli değildir; önemli olan, takıntı düşüncenin üzerinde ne düşündüğümüzdür. İstenmeden gelen düşünceyi, “Böyle bir düşünceye kapılmamalıydım” diye bir dayatma ile karşılarsak, bu takıntı düşünce ile başa çıkmak daha da güçleşir. Takıntı düşünceye özel bir anlam yüklemeden, “Bu, yalnızca bir düşünce, önemli olmak zorunda değil, özel bir anlamının olması da gerekmez, böyle bir düşünce aklıma geliyorsa geliyordur; istemesem de böyle düşünmekten kendimi alıkoyamadığım oluyor, ama bu bir önem taşımıyor” denebilirse, istenmeden gelen bir e-posta gibi düşünülüp “sil” tuşuna basılabilirse ve başka bir anlam yüklenmezse, bu düşünce, giderek, kendiliğinden söner. Gelmemeli ya da gelmesi şu anlama gelir dendikçe, bu düşünceler gelmeyi sürdürecektir.
7. Zorlanmalarla (stresle) başa çıkmak: Ruhsal dayanıklılığı olan insanlar, başlarına gelen olaylar üzerinde doğrudan bir etkilerinin olduğuna inanırlar. İnsanlar, yaşamlarında olan bitenler üzerinde hiçbir denetimlerinin olmadığı algısı içinde olurlarsa, herhangi bir istenmedik bir durum ya da olumsuzluk karşısında daha çok zorlanırlar. Oysa, karşılaşılan zorlayıcı olaylar karşısında yılgınlığa kapılmaktansa, bunları, kendimizi geliştirmek için bir fırsat olarak görebiliriz. Ruhsal dayanıklılığı sağlamak için zorlanmaların iyi ele alınması gerekir. Bunun için, sorunlara bakış açısını değiştirmenin ve sorun çözme becerilerini işe koşmanın yanı sıra soluk alıp verme, gevşeme ve görselleştirme alıştırmaları da yararlı olabilir.