Şizofreni
Şizofreni hastalığı tanısı, biz psikiyatristlerin, hastalara ve hasta yakınlarına söylemekte en güçlük çektiğimiz hastalık tanısıdır. Oysa, bu da bir hastalıktır, bir ruhsal hastalıktır ve birtakım özgül tedavi yöntemleri vardır. Şizofreni teriminin, halk arasında yaygın bir biçimde yanlış anlaşılıyor olması, daha açık bir deyişle söyleyecek olursak, bu terimin (bilir bilmez kişilerce) yanlış kullanılıyor olması, bu tanının konmasını ve psikiyatristlerce dile getirilmesini son derece güçleştirmektedir. Ne yazık ki, psikiyatri bilim dalı ile ilgili hiçbir bilgisi olmayan birtakım kişiler, bu hastalık tanısının adını yanlış kullanarak, insanları kendilerince aşağılamaya, başkalarının gözünde küçük düşürmeye çalışmaktadırlar.
Aslında, şizofreni de, diyabet gibi, hipertansiyon gibi, romatoid artrit gibi, bir tıp bilim dalı tanısıdır ve bu tanının konabilmesi için bilimsel birtakım tanı ölçütleri tanımlanmıştır ve bu hastalığın da tedavisi vardır. Tedavisi iyi yapılan ve düzgün bir biçimde sürdürülen hastalarımız, uygulanan tedavilerden çok büyük ölçüde yarar görebilmekte ve toplumsal işlevselliklerini çok iyi bir biçimde sürdürebilmektedirler.
Şizofreni hastalığı, bir psikoz döneminin ortaya çıkmasının yanı sıra toplumsal işlevsellikte düşme olması ile belirli, ruhsal bir hastalıktır.
Psikoz dönemi, bir dönem için, gerçekliğe aykırı yerleşik düşüncelerin (en çok alınganlık, kuşkuculuk, izleniyor olma, başkalarından kötülük görecek olma sanrıları olmak üzere sanrılar) olmasıyla belirli gerçeği değerlendirme bozukluğu, diğer bir deyişle ileri derecede uslamlama (akıl yürütme, muhakeme) bozukluğunun olması; olmayan sesleri duyma, olmayan görüntüleri görme (varsanılar) ya da konuşma sırasında çağrışımlarda bozukluk (sabuklama) olması gibi belirtilerle kendini gösterir. Daha sonraları, bir eyleme kalkışamazlık ya da olaylara duygusal katılım göstermeme gibi belirtiler giderek ağırlık kazanabilir.
Toplumsal işlevsellikte bozulma da, kendine bakımda azalma, okul ya da iş yaşamında üretkenlikte büyük ölçüde düşme ya da kişilerarası ilişkilerde bozulmalar olması ve kendi içine kapanma ile kendini gösterir.
En az bir ay süren açık psikoz belirtilerinin yanı sıra işlevsellikte düşmenin en az altı ay sürmesi durumunda bu tanı konur. Hastalığın ağırlığı, belirtilerin türü ve psikoz alevlenmelerinin görülme sıklığı ve süresi, kişiden kişiye çok büyük ölçüde değişir.
Tanı koyabilmek için, söz konusu belirtilerin (psikoz belirtilerinin), uyuşturucu ya da uyarıcı bir madde kullanımına ya da bedensel bir hastalığa bağlı olarak ortaya çıkmamış olması gerekir.
Erkeklerde, daha çok 20’li yaşların hemen öncesinde ya da 20’li yaşların başlarında; kadınlarda ise, daha çok 20’li yaşların sonlarında ya da 30’lu yaşların başlarında ilk kez başlayan bu hastalık, bütün toplumlarda, yaklaşık yüz kişiden birinde, kadın ve erkeklerde yaklaşık eşit oranlarda görülür.
Bu hastalığın zeka ve kişilik özellikleri ile herhangi bir ilişkisi yoktur. Üstün zekalı hastalar olabileceği gibi, bu hastalar, çok değişik kişilik özellikleri de sergileyebilirler. Ancak hastaların önemli bir kesiminin (ancak hepsinin değil), hastalık başlamadan önce de oldukça içe dönük ya da içine kapanık olduğundan söz edilir.
Tedavi sürecinde, hastaların psikozdan çıkmalarına çalışılır ve psikoz alevlenmeleri yatıştırılır ve yeni bir alevlenmenin olmaması için ayrıca koruyucu tedavi uygulanır.
Kesin tanının konması, psikoz alevlenmesinin yatıştırılması ve sonrası için koruma tedavisinin düzenlenmesi amacıyla, kişinin bir psikiyatri hastanesinde 3-6 hafta gibi bir süre kalması çok uygun olur.
Hastalığın olabildiğince erken bir evrede tanınıp, uygun ve yeterli tedavinin uygulanması koşuluyla, böyle bir hastalığı olanlar, işlevselliklerini büyük ölçüde yeniden kazanabilirler, yaşamın içinde yer alabilirler ve yaşamlarını olağan bir biçimde sürdürebilirler. Burada önemli olan, hastalık sürecinin, bir psikiyatrist ve psikiyatri hastanesi ile işbirliği içinde yürütülmesi ve hastalığın doğası gereğince, uygulanan tedavinin kesintisiz sürdürülmesidir.