Yalnızlık
Yalnızlık, kişinin, kişilerarası ya da toplumsal ilişkilerinin (nicelik [sayı] olarak olsa da, daha çok nitelik olarak), istediğinden daha düşük düzeyde olması sonucu yaşadığı sıkıntıdır. Yalnızlık yaşantısı son derece öznel (sübjektif) bir yaşantıdır. Kişi, yalnız olabilir, ancak yalnızlık çekmeyebilir; diğer insanlarla bir arada olabilir, ancak çok büyük bir yalnızlık algısı içinde olabilir. Yalnızlığın tersi, birlikte ya da bir arada olmak değil, yakınlık duymaktır. Yapılan çalışmalarda, gelişmiş toplumlarda insanların yaklaşık üçte birinin yalnızlık algısı içinde olduğu, 12 kişiden birinin de bu durumdan aşırı ölçüde olumsuz etkilendiği bulunmuştur. Kişinin geliri ve eğitim düzeyi gibi etkenlerin de koruyucu etkenler olmadığı saptanmıştır.
Dış uyaranlardan uzak kalmak, düşünmek ve kendi başına davranmak için kendine, tek başına, özel zaman ayırmak, yalnızlık demek değildir. Yalnızlık, benliğin yoksulluğu, tek başına kalabilmek ise benliğin zenginliği olarak görülebilir. “Kendinizle arkadaş olursanız hiç yalnız kalmazsınız” diyen güzel bir deyiş vardır. Tek başına kaldığınızda, birlikte olduğunuz insanı seviyorsanız, onunla barışıksanız, zaten yalnız değilsinizdir. Bu deyişe iki değişik açıdan bakılabilir. Birinci bakış açısı, insanın kendisinden sıkılmaması, kendiyle kalmasının tadını çıkarması ve kendi başına geçireceği zamanlarda, kendini yeniden bulması ve kendini geliştirmesine katkıda bulunabiliyor olmasıdır; diğer bakış açısı, kendisiyle bile arkadaş olamayanların, diğer bir deyişle, kendisiyle barışık olmayanların, başkalarıyla da yakın ilişki kuramayacak ya da arkadaş olamayacak olmalarıdır. Başkalarıyla ilişkide olmanın da üç düzeyi vardır. Bunlardan biri yakın ilişkidir (sevgili ya da eş), diğeri çevresel ilişkidir (arkadaş çevresi) ve bir diğeri ortaklaşa ilişkidir (toplum). Yalnızlığın değerlendirilmesinde, kişinin ne sıklıkta yanında yakınlık duyduğu birinin olmadığı, ne sıklıkta kendisini dışlanmış hissettiği ve çevresindeki kişilerle benzer değerleri taşımadığı ve toplum dışında kaldığı düşüncesinde olduğu değerlendirilir.
Yirminci yüzyılın ikinci yarısında, psikiyatrist John Bowlby tarafından geliştirilen “bağlanma kuramı”, bebekle, bebeğe bakımveren arasındaki güçlü duygusal bağın önemi üzerinde durmuştur. Bu yaklaşım, çağdaş yalnızlık kuramlarının öncüsü gibidir. Bu bakış açısına göre, güvensiz bağlanma örüntüleri olan çocuklar, yaşıtlarınca dışlanacak biçimde davrandıklarından ötürü yalnızlık algısı içinde olurlar. Böyle dışlanmaları da, birtakım toplumsal beceriler geliştirmelerini engellediği gibi, başka insanlara güvensizliklerini de artırır, dolayısıyla bu tutumları da süregiden yalnızlıklarını besler.
Öte yandan, toplumbilimci Robert S. Weiss, karşılanmayan altı toplumsal gereksinmenin yalnızlık duygusuna katkıda bulunduğunu belirtmiştir. Bunlar, bağlanma, toplumsal bütünleşme, ilgi görme, değer bilinme, güvenilir bir işbirliği algısı içinde olma ve zorlanılan durumlarda yol gösterilme gibi gereksinmelerdir. Weiss, yalnızlığın giderilmesinde, arkadaşlığın, yakın bir ilişkinin yerine tutamayacağını da söylemiştir.
Birtakım kişilik özelliklerin de yalnızlık duygusu yarattığı öne sürülmüştür. Toplumsal kaygı yaşayanların, utangaç kişilerin, sürekli üzüntü duyanların, düşmancıl duygular içinde olanların, benlik saygıları düşük olanların, başkalarıyla iyi bir etkileşime giremedikleri, anlamlı ve kendilerini ödüllendirici ilişkiler kuramadıkları saptanmıştır.
Bilişsel yaklaşım ise daha çok yüklenen anlamlar üzerinde durur. Bu yaklaşıma göre, yalnız insanların daha kötümser bir bakış açıları vardır. Bu kişiler, diğer insanlara, olaylara ve içinde bulunulan koşullara daha olumsuz bakarlar ve kendilerine doyum veren toplumsal ilişkiler kuramamaktan ötürü kendilerini suçlama eğiliminde olurlar. Yalnızlık duygusu içinde olan bireylerin olumsuz toplumsal beklentileri, bu beklentileriyle eşleşen tutum ve davranışlarla karşılaşmalarına yol açar. Bunlar da, yalnız kişilerin beklentilerini pekiştirir ve onların toplumsal gereksinmelerini karşılayacak kişilerin onlardan uzaklaşmalarına yol açacak biçimde davranmalarına yol açar. Bu durum, deneysel birtakım çalışmalarda da gösterilmiştir. Öyle ki, olası toplumsal bir tehdit (rekabet, ihanet gibi) karşısında yalnız bireyler, daha hızlı ve yoğun bir biçimde, güvensizlik, düşmancıl tutumlar ve katlanamazlık algısıyla tepki göstermişlerdir.
Yalnız kişilerin toplumsal dünyaya ilişkin, olumsuzluk yüklü, kendini koruma bakış açıları, zorlandıkları durumları nasıl yorumladıklarını ve bunlarla nasıl başa çıktıklarını da etkiler. Yalnız kişiler, zorlandıkları durumlar karşısında daha çok geri çekilirlerken, kendilerini yalnız hissetmeyen kişiler daha etkin bir biçimde baş etmekte ve sorun çözmekte ve başkalarından daha çok ve daha somut destek arayışında olmaktadırlar. Belirli birtakım durumlarda, zorlanılan durumlardan uzaklaşmak akılcı gibi görünebilirse de, sürekli bir kaçınma davranışı içinde olmak, giderek bunaltıcı olabilir. Giderek zorlanma da, daha çok ruhsal ve bedensel hastalığa yol açabilir. Gerçekten de, yalnızlık, insanın beden ve ruh sağlığı üzerinde olumsuz birtakım etkiler yaratır. Bunlar arasında, kalp-damar hastalıkları ve inme, şeker hastalığı ve romatizma hastalıkları, bellek ve öğrenme bozuklukları, karar vermede güçlük çekme, toplumdışı davranışlar, alkol ya da madde kötüye kullanımı, Alzheimer hastalığının ilerlemesi, beyin işlevlerinde değişiklikler, depresyon ve kendini öldürme (intihar) sayılabilir. Ayrıca yalnız erişkinlerin daha az spor yaptıkları, daha kötü beslendikleri ve daha çok yağlı yiyecekler yedikleri, uykularının niteliğinin daha bozuk olduğu ve gündüz kendilerini daha yorgun hissettikleri ve daha erken yaşlılık belirtileri gösterdikleri bulunmuştur.
Yalnızlık, insanların kendilerini boş, tek başına ve istenmedik olarak hissetmelerine neden olur. Kendini yalnız hisseden insanlar sıklıkla insan ilişkisine gerek duyarlar, ancak bakış açıları insanlarla ilişki kurmalarını daha da zorlaştırır.
Yapılan çalışmalar, yalnızca üç ya da dört yakın arkadaşın olmasının, yalnızlıktan kurtulmak için yeterli olduğunu ve bu durumun yaratacağı sağlık sorunlarından koruyacağını göstermiştir.
Yalnızlıktan kurtulmanın yolları olarak şunlar sayılabilir:
- Yalnızlığın, değiştirilmesi gereken bir belirti olduğunun ayrımına varılmalıdır.
- Yalnızlığın, hem bedensel, hem de ruhsal anlamda ortaya çıkardığı etkiler doğru okunmalıdır.
- Başkalarıyla paylaşılan ve eğlendirici olan birtakım uğraşı alanları bulunmalıdır. Bu gibi ortamlar, yeni insanlar tanımak, yeni arkadaşlıklar kurmak ve toplumsal etkileşimlerde bulunmak için çok iyi birer fırsattırlar.
- Benzer ilgileri, değerleri ve tutumları olan insanlarla nitelikli ilişkiler kurmak için çaba harcanmalıdır.
- Başkalarına ilgi göstermelidir. Başkalarına ilgi gösterilirse, karşılığında ilgi görülür.
- Olumsuz önyargılar içinde olunmamalı, dışlanma olasılığı abartılmamalıdır. Toplumsal ilişkilerde hemen dışlanacakmış gibi bir algı içine girmektense, olumlu düşüncelere ve olumlu tutumlara odaklanılmalıdır.
Mother Teresa, “En büyük yoksulluk yalnızlık ve sevilmediği duygusu içinde olmaktır” demiştir. Ünlü giyim tasarımcısı Coco Chanel, “Kimi insanların çok parası vardır, kimi insanlar da zengindir” demiş, bu bağlamda ünlü şarkıcı Bob Marley de “Kimi insanlar öyle yoksullardır ki, sahip oldukları tek şey paradır” diye belirtmiştir. Dolayısıyla, daha zenginleşmek için, insanlara ve insan ilişkilerine değer vermeli ve yakın ilişkiler içinde olduğumuz insan sayısını artırmalıyız. Gerçekten kendimizi zengin hissetmek istiyorsak, sahip olabileceğimiz, paranın satın alamayacağı şeyleri göz önünde bulundurmalıyız. Yakın arkadaşlıklar gibi, dostluklar gibi…
Öykü yazarımız Sait Faik Abasıyanık ne güzel söylemiş: “Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey…” Amerikalı oyuncu Judy Garland ise, “Gecenin sessizliğinde, binlerce insanın alkışının yerine, yalnızca, sevdiğim ve gerçekten beni seven birinin, birkaç sevgi sözcüğünü duymak istemişimdir” demiştir…